Thursday, December 3, 2020

Panama Kanalı

Panama Kanalı, Orta Amerika’nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alır ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine bağlayan su yoludur. İnşaatı ABD tarafından tamamlanmış ve Kanal 15 Ağustos 1914’te hizmete açılmıştır. Bu Kanal Güney Amerika ve Kuzey Amerika’yı birbirinden ayırır.

Panama Kanalı Yapımı

77 kilometre uzunluğundaki Kanalın yapımı sırasında, sıtma ve sarıhumma gibi hastalıklardan büyük toprak kaymalarına kadar her türlü güçlükle karşılaşılmış ve yaklaşık 27.500 Kanal çalışanı bu süreçte can vermiştir.

Bugün New York’tan San Francisco’ya giden bir geminin, Panama Kanalını kullanarak 9.500 km yol yapması, Horn Burnu’nun dolaşılmasını zorunlu kılan eski günlerdeki 22.500 km yola oranla büyük bir kolaylık sağlamıştır.

Açılışından itibaren Panama Kanalı’ndan her yıl 14.000’den fazla gemi geçmekte olup taşınan yük miktarı 203 milyon tonu bulmaktadır.

Kanal boyunca yolculuk yaklaşık 9 saat sürmektedir. Ayrıca kanalda bulunan su seviyesini yükseltmeye ve düşürmeye yarayan kilit sistemleri vasıtasıyla gemilerin, coğrafi imkanların elvermediği, aşılması zor mesafeleri kat etmesi sağlanmıştır.

Panama Kanalı deniz seviyesinden 28 metre yukarıdadır. Sıvıların dengesi kanunundan faydalanılarak gemiler Kanal içinde yavaş yavaş yükseltilir ve aynı metotla diğer tarafa doğru indirilir.

Panama Kanalı Projesi

Panama Kanalı dünyanın mühendislik harikasıdır ve en pahalı Kanaldır. Kanal, bölgenin sosyoekonomik koşullarını geliştirmiştir. Panama Kanalı ile Panama halkının refah seviyesi yükselmiştir. Kanal ülkenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

Daha sonra ihtiyaç duyulan yapısal bir katkıyla, daha büyük gemiler için tercih edilebilirliği sağlamak maksadıyla ve onların geçişlerine imkan sağlayacak şekilde, 26 Haziran 2016 tarihinden itibaren genişletilmiş bir Panama Kanalı faaliyetini sürdürmektedir.

İnşası

Panama Kanalı için ilk girişim 1 Ocak 1881’de yapıldı. Proje, Süveyş Kanalı’nın inşasını gerçekleştiren Ferdinand de Lesseps’in önderliğinde deniz seviyesi kanalı olarak tasarlandı. De Lesseps, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan deniz seviyesindeki bir su yolu olan Süveyş Kanalı’nı yaratan, özel olarak finanse edilen çabayı neredeyse tek başına yönettiği için 1869’da küresel bir ün kazandı. 1879’da bir Panama Kanalı inşa etme projesine liderlik etmeyi kabul etti.

1879’da de Lesseps, “ülkeler arası bir kanal” için en uygun planı tanımlamak ve ilgili çalışmalara ilişkin ilk tahminde bulunmak için 22 ülkenin önde gelen teknik insanlarıyla uluslararası bir toplantı düzenledi. Ancak, nihai rapor ve daha sonraki revizyonları, gerekli kazı miktarı ve Panama’da faaliyet göstermenin zorlukları hakkındaki projeksiyonlar önemli ölçüde yanlıştı. Gerekli çalışmanın küçümsenmesi, Fransız şirketinin yetersiz sermaye hesapları yapmasına ve işi bitirmek için kaynak eksikliğine ve projenin tamamen başarısız olmasına yol açtı.

Kanal yapımının ilk yıllarında organizasyon eksiklikleri ve kazım sonucunda ortaya çıkan atıkları nakledecek araç bulunmaması sonucu ilk ciddi sorunlar oluşmaya başlamıştır. Bütün bunların yanında ortaya çıkan toprak kaymaları ile büyük zorluklarla karşılaşılmıştır. Toprak kaymalarının engellenmesi için Kanalın belli bölgelerinde kazı derinliği azaltılmak zorunda kalınmıştır.

Sorunlar

Fransızlar sarı humma, sıtma ve diğer hastalıklara 20.000’den fazla işçi ve yönetici kaybetti. Bu, kahramanca bir hedef peşinde şaşırtıcı bir yaşam kaybını itiraf ediyor. Mevcut sermayelerinin tamamını harcadılar, ancak nihai kanalın sadece% 30’unu kazabildiler. Hatta deniz seviyesindeki bir kanalın teknik olarak mümkün olmadığı, yani Süveyş Kanalı’nın Panama projesi için yararlı bir örnek olmadığı ortaya çıktı. Projenin 1889’da iflas ettiği ilan edildi ve çalışmalar 15 yıl boyunca durdu.

ABD’de kanalının nereye yerleştirilmesi gerektiği ve deniz seviyesindeki bir kanalın mümkün veya gerekli olup olmadığı hakkında çok fazla tartışma vardı. Sonunda Başkan Teddy Roosevelt, Panama’da ABD’nin finanse ettiği kilit tabanlı bir kanalın Fransızların daha önce başarısız olduğu aynı arazide inşa edilmesine karar veren bir karar sürecine öncülük etti.

10 yıllık Amerikan projesi (1904-1914) nihayetinde Fransızlar için mevcut olmayan tıbbi ve teknoloji ilerlemeleri nedeniyle başarılı oldu. Sarı humma ve sıtmanın nedenlerinin keşfedilmesi ve her ikisinin de etkili bir şekilde ortadan kaldırılması için geliştirilen stratejiler, 15 yıl önceki koşullardan çok daha farklıydı. Ayrıca, kazı, demiryolları ve inşaat teknolojilerinin ilerlemesi, güncel imkanların neyi mümkün kıldığını göstererek ilerlemeyi önemli ölçüde hızlandırdı.

Sonunda, Panama Kanalı çabaları 639 milyon dolara (2020 yılı itibarıyla karşılığı tahmini 18 milyar dolar) mal oldu ve inşaatı sırasında 25.000 can aldı. Bu çaba, makine, ilaç ve yönetim alanındaki yenilikleri destekledi ve kullandı. 15 Ağustos 1914’te açılarak tıbbi ve mühendislik başarılarının kahramanlık hikayesi oldu.

İş bittiğinde, kanal küresel ticareti basitleştirerek dünyayı daraltmak anlamında önemli bir adım oldu.

Deniz taşımacılığı için üç ders

Bu kapsamdaki çok büyük bir deniz taşımacılığı bir projesi uluslararası denizcilik araştırma ve geliştirme kurulları tarafından onaylanmış olmalıdır. Çaba ve maliyet tahminlerinin birçok partiden girdi içermesi ve tüm oyuncular tarafından makul görülmesi hayati önem taşımaktadır. Liderler proje kapsamının hafife alınmasını önlemek için mümkün olan her adımı atmalıdır.

İyimserlik odaklı liderliğin yedek bir planlara ihtiyacı vardır. De Lesseps’in liderlik felsefesi, muhtemel teknik veya fiziksel engeller tespit edilip çözüm geliştirilmeden sadece kendine güvenerek ilerlemesiydi. Süveyş Kanalı projesinde başarılı oldu çünkü genel olarak finansal sıkıntılarla mücadele etmek durumundaydı. Mevcut teknolojik imkanlardan yararlandı. Diğer hususları zamana bırakmak işine yaradı.

Süveyş Kanalı büyük bir liderlik stratejisi ve başarısıydı. Ancak, Panama’da aynı hesap tutmadı, başarısız oldu. Deniz taşımacılığı liderleri, her projenin yeni teknoloji veya dış yardımla başarıya ulaşamayacağını bilmelidir. Bir proje arızasına karşı korunmak için bir yedek plana sahip olduklarından emin olmalıdırlar.

Destansı başarısızlık daha sonra başarıya yol açabilir. Panama’nın Fransız çabalarının iflası sırasında hiçbir zaman bir Panama Kanalı olmayacak gibi görünüyordu. Hayat ve para kaybı o kadar büyüktü ki görev imkansız görünüyordu. Eğer bir kanal inşa edilebilirse, başka bir yerde ve başka biri tarafından yapılabilir kanısına varıldı.

Ancak zamanın geçmesi ve bir başarısızlıktan alınan dersler, nihai bir başarıya yol açtı. ABD hükümeti, finansal kaynak sorununu ortadan kaldırmak için finansal destek sağladı. Kilit tabanlı Panama geçişine karar vermeden önce farklı kanal seçeneklerini değerlendirmek için kapsamlı tasarım çalışmaları yapıldı. Tıpta ve teknolojide teknik atılımlar geliştirildi ve günü geldiğinde harekete geçildi.

Deniz taşımacılığı liderleri ve deniz taşımacılığı endüstrisi, Uluslararası Deniz Araştırma Fonu (IMRF) aracılığıyla yeterli IMRB finansmanı almak için IMO ile birlikte çalışmalıdır. Birden fazla farklı teknoloji seçeneği değerlendirilmeli ve yönlendirilmelidir. Endüstri, çeşitli açık inovasyon platformları ve süreçleri aracılığıyla teknolojik atılımlarını aktive etmeliler.

Panama Kanalı gibi dev projelerin vermiş olduğu dersler bugünün meselelerine örnek alınarak gelecek için başarı şansını artırılabilir.


Süveyş Kanalı

Süveyş Kanalı



Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biri olarak gösterilen Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birleştiren bir kanaldır. 1869 yılında Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps’in isteği doğrultusunda açılmıştır. Süveyş Kanalı, 168 km olup Portsaitten Süveyş şehrine kadar uzanır. Derinliği 11-12 metre olan kanalın genişliği su dibinde 45-100 metre su yüzünde 80-135 metredir.

Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan 163 km yapay bir su yoludur. Kanala 10,36’den büyük gemiler kanaldan geçmesi yasaktır. 13,5 km’lik bir yan geçit ticaret  yapılmış ve el-Kantra ile Firdan arasında yapılmıştır. 1951 yılında ticaret yolu açılıştır. Aynı zamanda Avrupa kıyıları ve Atlas Okyanus’unu bağlayan en kısa deniz yoludur.


Tarihi
Tarihçilere göre, M.Ö. 20. yüzyıl başlarında Firavun Birinci Sesostris zamanında Nil deltasını, Kızıldeniz’e şimdiki Süveyş Kanalı yakınında tatlı su kanalını bağlamak istemiştir. M.Ö. 600 yılında Firavun İkinci Necho zamanında restore edilmiştir. Restore, M.Ö. 500’lü yıllarda Pers Fatihi Birinci Darius tarafından tamamlanmıştır. Süveyş Kanalı, Roma ve Ptoleme işgalleri sırasında kanal sürekli restore edilmesine karşın terk edilmiştir.

Aşağı Mısır Arap kumandanı olan Amr bin Asradıyallahü anh M.S. 7. yüzyılda tekrar kanalı açmış ve Nil Vadisinden Mekke’ye yapılan tahıl ticareti önemli bir yer haline gelmiştir. Süveyş Kanalı 8. yüzyılda askeri sebeplerden dolayı Halife Mansur tarafından bloke edilmiştir. Kısa süre sonra kullanılmaz duruma gelmiştir. Yeni kanal yapılmak için 1000 yıldan fazla zaman geçmesine karşın Napolyon 18. yüzyılda Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlamak istemiştir. Ancak Napolyon’un istekleri Fransız bilim adamları, Kızıldeniz’in suları Akdeniz sularında yüksek olduğunu iddia etmesi proje iptal edilmiştir. Birçok plan yapıldıktan sonra kapaksız bir kanalın mümkün olduğunu ispat edildi fakat ispat edilme süreci uzun sürmüştür.

4903_suveys_kanaliSüveyş Kanalı, 1854 yılında Mısır’a gittiğinde Ferdinand de Lesseps, Said Paşadan imtiyaz aldı. 30 Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 yılında yapılan anlaşmalar ”bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletilecek bir şirket kurulacaktı. 15 Aralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yani “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edilmiştir. 25 Nisan 1859 yılında Süveyş Kanalı inşatına başlanmış ancak kazı yapılacağı yer, çöl olmasından dolayı birçok güçlüklerle devam edilmiştir. Yapılan kazılar 11 yıl sürmüş ve 6 metre derinlikte bir servis kanalı kazılmıştır. Kahire bölgesinden başlayarak iki farklı kanal yapılmış ve haşl bu yardımcı sulardan istifade etmiştir. Kanalda sadece tatlı su değil İsmailiye ve Nil arasında su yolu irtibatı sağlanmıştır.

Kanalda çıkan teknik sorunlar, Fransız ve İngilizlerin politik güçlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Her iki devlet içinde finansman problemi oluşmuş, Fransa’nın tahmin edilen harcamaları 41.860.000 dolar olmuştur. Fransa harcamalarını artırarak 287 milyon Fransız altınına artırmıştır. Gelen maddi desteklerden sonucu 10 yıl boyunca 20 bin işçi çalıştırmıştır. Toplamda ise 2.4 milyon kişi çalışmış ve 125 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Süveyş Kanalı 17 Kasın 1869 yılında trafiğe açılmış ve gösterişli bir konvoy düzenlenmiştir. Ve daha sonra Fransız ve İngilizlerin özel sektörü hale geçirmiştir.Kanalda çıkan trafik artışı kanal firmasının, sürekli olarak kanalın geliştirmesine yol açmış ve 1869 yılından sonra bu gelişme çok daha hızlı yol almıştır. 1870 yılında derinde 22 metre, yüzeyde 60 metre, 1959 yılında derinde 60 metre, yüzeyde 150 metre artırılmıştır. Bu yapılan çalışmaların maliyetleri 322 milyar dolar olmuştur. Kanalın bir ucundan diğer ucuna yolculuk 45 saatten 15 saate inmiştir.

4903_02_suveysKanalın açılması ekonomik gücü de beraberinde getirmiştir. Kıtaların geçişinde 1870-1966 yılları arasında, yılda 500 gemi geçmiştir. Gelişen kanal, bu sayının artmasına neden olmuş 1970 yılı sonrası yılda 2000 gemi geçmiştir. Kanal sayesinde Ümit Burnu ve Afrika kıtasını dolaşmadan çok önemli yakıt tasarrufuyla gemiler hareket etmiştir. Mısır Cumhurbaşkanı Nâsırın, 26 Temmuz 1956 yılında Süveyş Kanalı millileştirmiştir. Önemli bir merkez haline gelmiş ve Fransa, İsrail ve İngiltere Ekim ayında Mısır’a saldırmışlardır. Kanalın her iki tarafını işgal eden İngiltere ve Fransa birlikleri Rusya ve ABD baskıları neticesinde, BM kontrolünde işgali sona erdirmiştir.


Mısır hükumeti 28.3 milyon Mısır lirası tazminat ödeyerek büyük bir sorunu halletmişlerdir. Süveyş Kanalı için 1888 yılında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma da yer alan konu, ” kanal hangi ülkeye ait olursa olsun ve mâhiyeti ne olursa olsun antlaşmayı imzalayan ülkelerin faydalanmasına olanak sağlanmıştır.” İstanbul Antlaşmasını; İtalya, Rusya, Fransa, Avusturya Türkiye,Hollanda , Macaristan Almanya  imzalamıştır. Belirtilen ülkeler antlaşmaya ters düşmediği taktirde yeni bir karara gerek yoktur. Arap-İsrail Savaşının çıkması, Mısır 1967 yılından 1975 yılına kadar kanala girişleri kapatmıştır.


Cebelitarık Boğazı Hakkında Bilgiler; Nerededir, Özellikleri ve Tarihçesi..

 
Cebelitarık Boğazı Hakkında Bilgiler; Nerededir, Özellikleri ve Tarihçesi.


Atlas Okyanus'u ile Akdeniz'i birbirine bağlayan ve üç ülkenin egemenliği altında olan Cebelitarık Boğazı, konumu itibariyle, jeopolitik önemi olan bir boğazdır. Birleşik Krallık, Fas ve İspanya'nın kontrolü altında olan Cebelitarık Boğazı'ndan her yıl yaklaşık 7500 gemi geçmektedir. Cebelitarık Boğazı hakkında detaylı bilgi bulacağınız bu yazıda; boğazın konumu, önemi ve tarihine dair önemli bilgilere ulaşacaksın.
Akdeniz ile Atlantik Okyanusu arasında köprü niteliğinde olan Cebelitarık Boğazı 60 km uzunluğunda ve 44 km genişliğinde olan bir boğazdır. Adını Tarık Bin Ziyad’dan almış olan boğazın derinliği ortalama olarak 426 metredir. Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirinden ayıran Cebelitarık Boğazı'nın siyasi anlamda oldukça büyük önemi bulunmaktadır. İngiltere, Fas ve İspanya egemenliğinde bulunan boğaz yılda yaklaşık 7500 gemi geçişine ev sahipliği yapmaktadır.
1713 yılında resmi olarak İngiltere’nin kontrolüne geçmiş olan boğaz uzun yıllar ülkeler arasında siyasi çekişmelerin başlıca nedeni olmuştur. En çok İngiltere ve İspanya arasındaki sorunların ana kaynağı sayılan Cebelitarık Boğazı 2002 yılındaki referandum ile iki ülkenin ortak egemenliğine sunulmuştur. Günümüzdeki bilinen isminden önce Calpe adı ile bilinen boğaz, sonraki yıllarda Arap ordu komutanı olan Tarık Bin Ziyad olarak isimlendirilmiştir. Ardından Arapça dilinde Tarık’ın dağı anlamına gelen Cebelitarık adını almıştır.
Everest Dağı Hakkında Bilgi; Özellikleri, Turizmi ve Tarihçesi

Ulaşım avantajından dolayı önemi büyük boğazlardan biri olan Cebelitarık Boğazı'nın, Süveyş Kanalı’nın açılması ile birlikte önemi daha da artmıştır. Antik çağdan itibaren konumu ve özellikleri ile gözde boğazlardan biri olan Cebelitarık Boğazı bir dönem Herkül’ün Sütunları ismi ile de anılmıştır. Boğazın üst yüzeylerinde doğudan batı yönüne doğu güçlü bir akıntı vardır. Bu akıntı derinliklerde azalmaktadır. Her iki tarafı da sarp kayalıklarla çevrilmiş olan boğaz bu özelliği ile de oldukça önemli sayılmaktadır.
İçindekiler
Cebelitarık Boğazı Nerededir?
 Cebelitarık Boğazı'nın konumu tam olarak Atlantik (Atlas) Okyanusu ile Akdeniz’in batısında kesişmektedir. Dünya ülkelerinin ulaşımı için kilit bir konumda bulunmasından dolayı oldukça önemli bir yere sahiptir. Afrika kuzey kıyılarında bulunan İber Yarımadası'na kadar uzanan boğaz 60 km uzunluğa sahiptir. Cebelitarık Boğazı'nın stratejik konumunun ülkeler açısından avantajlı olması, günümüze kadar birden çok ülkenin egemenliğinde olmasına neden olmuştur.
Cebelitarık Boğazı'nın Özellikleri
 Septe Boğazı olarak da bilinen Cebelitarık Boğazı tek bir ülkenin egemenliğinde olmayıp, İspanya, Birleşik Krallık ve Fas'ın kontrolü altındadır. Boğazın en dar bölgesi 14 metre iken en derin bölgesi de 425 metreye yakındır. Günde ortalama 20 geminin geçişi bulunan boğazda genellikle okyanus ötesi bölgelere seyahat edilmektedir. Cebelitarık Boğazı'nın en dar olduğu kısım 14 kilometrelik ölçüsü ile Cires Burnu ve Tarija Burnu arasında kalan kısımdır. Boğazın en önemli özelliklerinden biri ise Afrika ve Avrupa ülkelerini birbirine bağlayan ve oldukça yüksek olan bir köprüyü üzerinde bulundurmasıdır.
Cebelitarık Boğazı'nın Tarihçesi
 Eski yılların Calpe Boğazı olarak bilinen Cebelitarık Boğazı resmi olarak İngiltere’nin himayesine geçene kadar birçok ülkenin egemenliğinden geçmiş ve değişik isimler almıştır. En son olarak Arap ordu komutanının namı ile anılmış ve Cebelitarık adını almıştır. Güvenlik amacıyla boğazın kuzeyde kalan kısmına kale inşa ettirilmiştir. 1462 yılında yaptırılmış olan kale ve boğaz İspanya’nın egemenliğine geçmiş ve 1502 yılında da bu egemenlik resmiyet kazanmıştır. Hollanda ve İngiltere egemenliği ise 1704 yılında gerçekleşmiştir. Daha sonra İspanya ve İngiltere arasında imzalanan Utrecht Antlaşması ile Cebelitarık Boğazı İspanyollardan İngiliz kuvvetlerine verilmiştir.
Cebelitarık Boğazı'nın Konumu ve Önemi
 Cebelitarık Boğazı'nın tarihte bu denli önemli yer edinmesindeki başlıca sebeplerinden biri ulaşım açısından eşsiz nitelikte olan konumudur. Atlantik Okyanusu ile Akdeniz arasındaki birleştirici noktada olması dünya ülkeleri için en önemli boğazlardan biri olmasını sağlamıştır. Stratejik açıdan muazzam olan bu konumu Süveyş Kanalı'nın açılması ile daha da artmıştır.
Boğazın en geniş bölümü Spartel ve Trafalgar burunları arasında kalan kısımdır. Orta kısımları ise boğazın en sığ olduğu bölümleridir. Cebelitarık Boğazı kıyısında yer alan pek çok Avrupa ve Afrika ülkesi boğazın eşsiz ulaşım olanaklarından yararlanmakta ve çeşitli savaş ülkelerinin nazarında da değer bulmaktadır. İspanya, Fas ve Birleşik Krallık ülkelerine bağlı olan Tanca, Barbate ve Ceuta boğazın kıyısında yer alan yerleşim yerleri arasındadır.
İpek Yolu Hakkında Bilgiler; Nerededir, Önemi ve Tarihçesi

Tarihte sömürge ilan edilen boğazlardan biri olması Cebelitarık Boğazı'nın İspanya ve Birleşik Krallık arasında bazı sorunların doğmasına yol açmıştır. Bu sorunlara çözüm olarak çeşitli oylamalar düzenlenmiştir. Yapılan oylamalara göre 1967 tarihinde İspanyol egemenliği red oyu almıştır. 1969 yılındaki oylamada ise Cebelitarık, Birleşik Krallık'ın himayesi altında olmayı kabul etmiştir.
Cebelitarık Boğazı ve Perejil Adası Krizi
 Cebelitarık Boğazında bulunan kayalık ada özelliğindeki Perejil Adası Fas ve İspanya ülkeleri arasındaki sorunların en önemli sebeplerinden biridir. Fas kıyılarına 250 metre, İspanya kıyılarına ise sadece 8 km uzaklıkta bulunan adanın egemenliğine sahip olmak bu ülkeler için büyük sorun teşkil etmektedir. 2002 yılında ilk olarak Fas’ın adaya asker çıkarması İspanya ile aralarındaki gerilimin daha da artmasına sebep olmuştur. İspanya’nın da adaya asker çıkarması egemenlik krizinin büyük bir sorun olarak devam etmesine neden olmuştur.

Cebelitarık, Akdeniz’i Atlas Okyanusuna bağlayan, konumu itibariyle stratejik önemi çok büyük olan bir boğazdır. Süveyş kanalının açıldığı Cebelitarık Boğazı, birçok tarihi olaya da ev sahipliği yapmıştır.














Wednesday, December 2, 2020

Şeb-i Aruz

 

1/6

Şeb-i Aruz

Konya denince ilk akla gelen elbette Mevlana’dır. Ünlü Türk felsefecisi Mevlana’dan söz edince: onunla ilgili ilk akla gelenler “Mesnevi” ve günümüze kadar ulaşan bir gelenek “Şeb-i Aruz” törenleridir.
Burada: Mevlana’nın kimliği, yaşamı, düşünceleri hakkında uzun uzadıya konuşmak mümkün, ancak ben sizlere her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen “Şeb-i Aruz” törenlerinden söz etmek istiyorum.
Törenlerin yapılış şekli, törenlerde görev yapanlar, giysileri, hareketleri ve bunların anlamları hakkında bilgi sahibi olmak, bu törenlere gidip katılmayı düşünenler için mutlaka yararlı olacaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra Şeb-i Aruz törenlerini kolaylıkla anlamak mümkün olacaktır.
Öncelikle Mevlana ve yaşam öyküsü hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Şeb-i Aruz törenlerini anlamak için, Mevlana ve öğretilerini tanımak gerekir.
Asıl ismi “Muhammed Cemaleddin” olan bu ünlü felsefeci, 1207 yılında günümüzde Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Horasan eyaletinin Belh şehrinde doğdu. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden ve “Bilginlerin Sultanı” ünvanı bulunan Bahaeddin Veled’tir.
Muhammed Cemaleddin: çok küçük yaşta, babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı. 1213 yılında, yaşadıkları bölgedeki siyasi olaylar ve Moğol istilası nedeniyle aile ve bazı dostları hep birlikte Belh şehrinden ayrıldı ve 1214 yılında Bağdat ve ardından 1218 yılında Karaman iline geldiler. Bu yıllarda, Anadolu’nun büyük kısmı “Selçuklu devleti” hakimiyetindeydi ve Konya, bu devletin başkentiydi. Bu yüzden: şehir sanatkarlar ve bilim adamlarıyla doluydu ve sanat eserleriyle donatılmıştı. Bahaeddin Velet ve yakınları, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine, 1228 yılında Konya şehrine gelip

2/6
yerleştiler. Bahaeddin Veled, 1231 yılında vefat etti ve Selçuklu Sarayı gül bahçesine gömüldü.
Ardından: Muhammed Cemaleddin, buradaki medrese de dersler vermeye başladı. Öğrencileri ve sevenleri tarafından, kendisine “Mevlana” yani “Efendi” lakabı takıldı. Batıda bulunan Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiğinden, isminin sonuna “Rum-i” yani “Rum diyarında yaşayan” eki konuldu.
Mevlana, öldüğü güne kadar aşktan başka hiçbir şey konuşmamıştır. Sevgiyi, hoşgörüyü, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hiç kimseyi ayırmadan insanlara sevgi, saygı duyan, yaratılan her şeyi Allah’tan dolayı seven bir kişidir. Bu yüzden: ölümü bir son değil, gerçek alemde bir başlangıç olarak görür. Ölüm gününü: dünya gurbetinin son bulduğu gece, insanın aslına rücu ettiği, nihayet evine kavuştuğu gece olarak kabul eder.
“Kardeşim benim mezarıma sakın defsiz gelme, çünkü Allah sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yakışmaz” der. Cenaze neyler çalınarak, davullar ve kenarları zilsiz defler dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülür ve bu gelenek daha sonraki cenazelerde de devam eder.
Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Bu yüzden: Şeb-i Aruz törenleri her yıl 17 Aralık tarihinde düzenlenmektedir.

ŞEB-İ ARUZ:
Şeb-i Aruz: kelime anlamı “Düğün gecesi” demektir. Mevlana: bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğünden “Düğün gecesi” olarak kabul etmiştir. Yani ölüm günü: Mevlana için “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana kavuşma” günüdür. Ölümü: cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması olarak kabul eder. Zaten Müslümanlık öncesinde, Türkler de ölüm bu şekilde tasvir edilirdi.
ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ:
Törenler, her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Alaaddin Keykubat Tepesi yakınlarında, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yer olarak kabul edilen noktaya: Mahracel Bahreyn (iki denizin buluşması) kandili yerleştirilmiştir. Törenler, burada bulunan kandilin yakılmasıyla başlar ki buna “kandil uyandırma merasimi” denir.
SEMA TÖRENLERİ:
Sema törenleri: 10 bin seyirci kapasiteli Konya Kongre Merkezinde: gündüz ve gece seansları olmak üzere yapılır. 6 yaşından küçük çocuklar törene kabul edilmez. Tören başladıktan 5 dakika sonra salona girilmez. Ayrıca: törenler sırasında: flaşlı fotoğraf çekimi ve sesli kayıt aletlerinin kullanılması yasaktır.

3/6
Sema törenleri: genellikle öncesinde Türk tasavvuf müziği orkestrası eşliğinde Ahmet Özhan konseri ve ardından, onların eşliğinde yapılan sema gösterileriyle devam eder ve ortalama 1.5 saat sürer.
Tasavvuf Müziği:
Sema, bu müzik dinlenirken yapılır. Çünkü, müzik insan kalbinin atış ritmini takip eder. Mevlana’nın: müzik olmadan sema yaptığı, hatta çarşıda, sokakta, camide sema yaptığı söylenir. Müzik yapanlara “mutriban” denir. Bu heyet içinde, derviş olmayan kişiler de bulunabilir. Önemli olan tasavvuf müziği makamlarını bilmek ve bunları seslendirebilmek ve çalabilmektir.
Semahane:
Mevlevilerin sema yapması için düzenlenen yerlerdir. Sema yapanların her yere ve herkese aynı mesafede olması için, semahaneler daire şeklinde düzenlenir.
Semazenler:
Sema eden kişilere “semazen” denir. Toplu sema törenlerine, dervişler yani tarikat öğrencileri katılır. Ancak tarikat dışındaki kişiler de sema yapabilir. Her Mevlevi, mutlaka sema yapmasını bilir. Meşk edip sema etmeyi öğrenmeye “sema çıkarmak” ve sema öğrenmiş kişiye “semazen” denir. Semazen olmak için yapılan eğitimlerde: yuvarlak bir tahtanın ortasına, sabit bir şekilde sema yapmaya alışmak için bir çivi çakılır. Çivinin bulunduğu yere “tuz” dökülür. Sol ayak; başparmağı ve ikinci parmak arasına, bu çivi sokulur ve çark atılır. İlk başlarda 18 çark atılırken, daha sonra her gün sayı arttırılır. Bu sırada: bakıldığında “1” sayısı gibi gözükmek için eller çapraz şekilde omuzlarda kavuşturulur. Böyle durulmasının amacı: “Allah’a şehadet ediyorum” demektir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaşça kollar açılır, belli bir süre sonra tennure giyilir.
Mevlevi olmadan semazen olunmaz. Çünkü sema, Mevleviliğin bir bölümüdür. Sema “aç karnına” yapılır. Önemli olan dönerken “Allah’ı” düşünmektir.
Sema:
Sema kelime anlamı “dönmek” değildir, yani Mevlevilikte “dönmek” tabiri yoktur. Sema kelimesi “evren, gök” anlamına gelir. Mevlevilikte sema “evrenin sesini işitmek”, Allah’ın yaptıklarının sesini duymak ve bu sese cevap vermek demektir.
Sema: tek başına veya toplu olarak yapılabilir. Toplu halde yapılan semaya “Sema töreni” denir.
Sema’nın düzenli olması çeşitli kurallar konulmuştur ve böylece törenin Farsça “Mukabele” ye dönüşmesi sağlanmıştır. Sema törenleri: Mevleviler tarafından yapıldığı için törene “Mevlevi Mukabelesi” denir. Mevlana zamanında, belli bir düzen olmadan,  din ve tasavvuf coşkusuyla yapılan sema Mevlana’nın ölümünden sonra oğulları tarafından bir disiplin içine alınmıştır, öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema törenleri, son şeklini ise, Pir Adil Çelebi zamanında, 1460’lı yıllarda almıştır.
Sema hareketleri:

4/6
Sema hareketleri, sembolik olarak kainatın oluşumu, alemde insanın dirilişi ve Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişi ve kulluğunu idrak edip insanın bilgi ve olgunlaşmaya doğru yönelişini ifade eder.

Sema törenleri hakkında bilinmesi gerekenler:
Postniş:
Semahane içinde, kapının tam karşısında bulunur. Kuzu veya ceylan derisinden yapılır. Diğer dervişlerin postlarıyla karışmaması için kırmızı renklidir.
Postnişin:
Mevlevi tarikatı şeyhini yani “makamı” temsil eden kişidir. Bu makamdaki kişi, tarikat içinde zamanla kıdem alır ve çeşitli görevlerden sonra buraya gelir. Bu kişinin kullandığı başlığa “postnişin sikke” denir. Kahverengi keçeden yapılan ve yaklaşık 40 cm yüksekliğinde, silindir şeklindeki bu başlığın tepesi ovaldir. Üzerinde 3 şerit, yeşil kuşak bulunur.
Semazenbaşı:
Semanın düzenli yapılması için görevlendirilen kıdemli derviştir.
Dervişler:
Tarikat üyelerine “derviş” denir. Dervişler “sikke” denen başlık takarlar. Kahverengi keçeden yapılan, yüksek silindir külah şeklindeki bu başlığın tepesi düzdür. Bu başlığa tasavvufta “mezar taşı” denir.
Dervişler “tennure” denen giysi giyerler. Tennure: gömlek, yelek, kuşak, pantolon ve etekten oluşur. Beyaz renkli bu giysi, pamuklu kumaştan yapılan bir tür tören kıyafetidir. Bu kıyafete tasavvufta “kefen” denir.
Mevlevilerde şeyhler ve halifeler “destar” denen sarık sararlar. Eğer şeyh peygamberimiz Hz Muhammed soyundan ise destarı yeşil yoksa beyaz renklidir. Halife ve çelebiler, bakılınca siyah görünecek mor renkli destar sararlar. Çelebiler destarı alttan sikke yani başlık görünmeyecek şekilde, çelebi olmayanlar ise destarı alttan sikke yani başlık görünecek şekilde sararlar.
Dervişler, tabanı yumuşak bir tür patik yani “mes” giyerler. Bunlar siyah renklidir ve kuzu derisinden yapılır.
Tennure denen giysi üzerine giyilen, siyah veya kahverengi hırka, ayak bileğine kadar uzanır. Tasavvufta hırka anlamı “mezarı örten toprak” demektir.

5/6
Hırka ve Post öpülmesi geleneği:
Dervişlerin oturdukları post “bu dünyayı yani hayatı” simgeler. Sırtlarına aldıkları hırka ise “öbür dünyayı yani ölümü” simgeler. Hayata ve ölüme duyulan saygı nedeniyle: dervişler yaşadığı için postu, öleceği için hırkayı öperler.
Sema törenleri öncesi:
Baş semazen (semaya katılacak ekibin sorumlusu): Semahaneye girer, meydana selam verir, meydanın sağ tarafına gider ve Post’u yere serer. Post başında: bağışlama duası okunur.
Sonra meydanın sol tarafından devam ederek, meydana çıkar. Saz heyeti ve ayine katılacaklar, Semahanede yerlerini alırlar.
Semazenbaşı eşliğinde, tüm semazenler, sema meydanını selamlayarak Post’un sağ tarafındaki yerlerine geçerler.
Ardından “Postniş” sema meydanına girer, sema meydanını selamlar ve Hatt-ı İstiva (Semahane kapısından, postun olduğu yere giden manevi çizgi) üzerinden Post’a yürür, selam vererek Post’a oturur.
1.Bölüm:
Hz Muhammed ve diğer Peygamberler ve her şeyi yaratan Allah’ı metih eden “Nat-ı Şerif” yani “övgü şiiri” okunur. (Nat-ı Şerif: Mevlana tarafından yazılmış, kainatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz Muhammed’i öven bir şiirdir.)
2.Bölüm:
Kudüm denen küçük davulu çalan “Kudümzenbaşı” birkaç darbe vurur ve bu vuruş “Allah’ın alemleri yaratışındaki kün/ol emrini yani yaratılışı temsil eder.
3.Bölüm:
Neyzenbaşının görevlendirdiği bir neyzen, her şeye “Hay” ismiyle hayat veren nefesi temsil eden “ney” taksimine başlar. Buna “Post Taksimi” denir.
Taksim bitince Postniş ve semazenler, sağ ellerini sertçe yere vurarak ayağa kalkarlar. Semazenler, ayakta hırkalarını düzeltirler ve sağa doğru, birbirlerine yanaşırlar.
4.Bölüm:
Postniş, postun üç adım önüne çıkar, eğilerek selam verir. Bu üç adım, şeriat, tarikat ve hakikat yani bilgiyi simgeler. Tüm ekip, topluca selamlamaya katılır. Ardından “Devr-i Veled” başlar. Postnişin önünde, semazenler birbirlerine üç kere selam verirler, dairevi bir yürüyüş yaparlar ve yerlerini alırlar.
5.Bölüm:
Postnişin ve semazenler, topluca selam verirler ve hepsi hırkalarını çıkarır. Tekrar topluca selam verilir, Semazenbaşı, Postnişin yanına gelir, eğilerek selam verir, Postnişin karşısına geçilir ve topluca selamlama yapılır. Semazenbaşı, semazenlere “destur” verir ve semazenler Postnişin elini öper, sema izni alır ve sema başlar.

6/6
Semazenlerin duruş ve hareketlerinin anlamı:
Semazenler, semaya kalkmadan önce, Postnişten onay beklerken: kollar kapalı, sol ayak sağ ayağın üzerinde dururlar. Bu duruşun anlamı: “Elif” harfi ve “1” rakamıdır. Tasavvuftaki anlamı “Allah’ın birliği” dir.
Semazenler, sema yaparken kollarını iki yana açarlar. Sağ el yukarı ve sol el aşağıya dönüktür. Bu hareket: “Hak’tan alıp halka dağıtmak” anlamındadır. Tasavvuf anlamı ise: “sağ elle Hak’tan alınan bilginin, sol elle halka dağıtılması” demektir. Çünkü dervişler dünyevi hayatla ilgilenmezler ve Hak’tan alabilecekleri maddi yani dünyevi olmaz, Hak’tan sadece bilgi alırlar.
Semazenlerde: genel olarak başın dik olması, kolların tam olarak iki yana açık olması ve ellerin dengeli şekilde yukarı-aşağı dönük olması uygundur. Zihin ve akıl Sema’nın içsel yükseliş aşaması olan “ölmeden ölmek” fikrine kanalize olur.
Sema törenlerinin yapılışı:
Sema törenleri dört bölümdür.
1.Bölüm:
Bu bölüm “Selamlama” dır. Bu bölüm: insanın kendi kulluğunu anlama bölümüdür. Saz heyeti ilahiyi tamamlar, sema kesilir, semazenler oldukları yerde durur, geriye çekilir ve en yakınındaki semazene yanaşarak en az iki kişi olarak toplanırlar. Bunun anlamı, hayatta hiçbir şey “tek başına” değildir. Semazenler yavaşça postların bulunduğu yere gelirler. Bu sırada, Semahanenin Hatt-ı İstiva (bu çizginin sağ tarafı bu dünyayı ve canlıları temsil eden dünyevi bölüm, sol tarafı ise öbür dünyayı, ruhları temsil eden ahiret bölümüdür) çizgisini geçerken eğilerek selam verirler.
2.Bölüm:
Bu bölümün anlamı: Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında hayranlık duymaktır.
3.Bölüm:
Selamlama olarak isimlendirilen bu bölüm: insanın rabbine olan hayranlığının aşka dönüşmesi ve aklın aşkta yok olmasıdır.
4.Bölüm:
İnsan manevi yolculuğunu tamamlar, yaratılışına uygun olarak makamların en yücesi olan “kulluk” makamına geri döner. Bu bölüm başlayınca, hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan Postnişde semaya katılır. Postundan, sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek posta gider. Buna “Post seması” denir. Postnişin posttaki yerini almasının ardından, sema biter ve semazenler yerlerini alırlar, toplu selamlama yapılır.
Ardından: makamına uygun olarak Kur’an okuma yapılır. Daha sonra, Postniş, bütün Peygamberlere, alimlere, şehitlere ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua eder. Postniş “Hu” sözüyle bir “gülbank” (bu tören için özel yapılan bir tür dua) okur, sonra “El Fatiha” denir ve son selamlama yapılarak sema töreni biter.
 

Dünyanın Dönüş Hızı ve Eksen Eğikliği

 
1/12
Dünyanın Dönüş Hızı ve Eksen Eğikliği

2/12
DÜNYANIN DÖNÜŞÜ

3/12

Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafında Dönmesi (Günlük Hareket)
Dünya kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, batıdan doğuya doğru 24 saatte tamamlar. Buna 1 gün denir.
Dünya, kendi ekseni etrafında atmosfer ile birlikte döndüğü için bu dönüş hissedilmez. Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki hızı en fazla Ekvator üzerindedir. Bu hız saatte 1670 km.dir.
 
Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları
Gece ve gündüz birbirini takip eder.
Güneş ışınlarının günlük geliş açıları değişir.
Günlük sıcaklık farkları meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Fiziksel çözülme oluşur.
– Günlük basınç farkları oluşur.
– Meltem rüzgârları oluşur.
Merkez kaç kuvveti meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Sürekli rüzgârların (Alize, Batı, Kutup) yönlerinde sapmalar meydana gelir.
– Okyanus akıntıları (Gulf - stream, Labrador, vs.) halkalar oluşturur ve yönlerinde sapmalar olur.
Yerel saat farkları meydana gelir.
Cisimlerin gün içindeki gölge uzunlukları değişir.
Güneş doğuda erken doğar, batar ve batıda geç doğar, batar.
Dinamik basınç kuşakları meydana gelir.

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o

4/12
göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)

Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler. Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz.

Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde korkunç bir süratle hareket ederler.

Örneğin, dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır.

Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)

Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha da ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak derecededir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: -Saatte tam 720.000 km., 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran "Samanyolu Galaksisi"nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km. dir

Bu baş döndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak, ayette dendiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' yoktur. Çünkü evren de, her şey gibi, "başıboş “değildir ve Allah'ın koyduğu dengeye göre işlemektedir.
 
 

DÜNYANIN EKSEN EĞİKLİĞİ VE SONUÇLARI

Dünya ekseninin 23°27′ eğik oluşunun sonuçları şunlardır:
Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı yıl boyunca değişir.

5/12
Güneşin doğuş ve batış saatleri ile yerleri değişir.
Aydınlanma çemberinin sınırı mevsimlere göre değişir.
Mevsimlerin oluşumuna neden olur.
21 Aralıkta Güney Yarım Kürenin, 21 Haziranda ise, Kuzey Yarım Kürenin Güneşe daha dönük olmasına neden olur.
Gece ile gündüz süreleri arasındaki farkın, Ekvatordan kutuplara gidildikçe artmasına neden olur.
Yıl içinde cisimlerin gölge uzunlukları değişir.
Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur.

EKSEN EĞİKLİĞİ OLMASAYDI:

(Ekvator düzlemi ile ekliptik üst üste çakışsaydı veya yer ekseni ekliptiği dik olarak kesseydi)
Dönenceler ve kutup daireleri oluşmazdı.
Güneş ışınları sadece Ekvatora dik gelirdi.
Mevsim değişmesi olmazdı. Sürekli aynı mevsim hüküm sürerdi.
Aydınlanma dairesi sürekli kutup noktalarına teğet geçerdi.
Gece gündüz süreleri birbirine eşit olurdu.
Güneşin doğuş-batış konumu ve saati değişmezdi.
Kısacası; sürekli ekinoks durumu yaşanırdı.

EKSEN EĞİKLİĞİ  20°OLSAYDI:

Güneş ışınlarının dik geldiği alan daralırdı.
Güneş ışınlarının düşme açısında değişim azalacağından,Ekvatoral bölgenin sıcaklık ortalaması artardı.

6/12
Kutup kuşağı ve tropikal kuşağın alanları daralırken , ılıman kuşak genişlerdi.
Yurdumuzda yazlar daha serin, kışlar daha ılık olurdu.
Kutup noktalarının sıcaklığı azalırdı.
Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur.

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli bir yörünge izliyor olmasıdır. Bu yörüngelere, yakın zamana kadar bilinmediği halde, Kuran'da da dikkat çekilmiştir:

"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Enbiya Suresi, 33)
Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın dişlileri gibi düzenli çalışmaktadır.

Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir. Güneş sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.

Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Örneğin dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik bir sapma bakın nelere yol açabilirdi:
"Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz, çünkü; yörüngeden 3mm'lik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 mm olsaydı yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak ölürdük." (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)
Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi etraflarında dönmeleridir. "Dönüşlü olan göğe andolsun." (Tarık, 11) ise tam da bu gerçeğe işaret eder.
 

7/12
 

GÜNEŞ

Dünyadan 150 milyon km. uzakta olmasına rağmen, güneş bizim için gerekli olan enerjiyi kesintisiz olarak ulaştırır.
Bu dev enerjili gök cisminde hidrojen atomları devamlı olarak helyuma çevrilmektedir. Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyon ton helyuma çevrilmektedir. Bu esnada dışarı salınan enerji 500 milyon hidrojen bombasının patlamasına denktir.

Dünyada hayat güneşten gelen enerjiyle sağlanır. Yeryüzündeki dengenin devamı ve canlılık için gereken enerjinin % 99 'u güneşten sağlanır. Söz konusu enerjinin yarısı gözle görünür ve ışık olarak alınır. Geriye kalan enerjinin büyük bir kısmı gözle görülmeyen, ama sıcaklık biçiminde ortaya çıkan kızılötesi ışınlardır.
Güneşin bir özelliği de çan gibi genleşip salınmasıdır. Bu olay her beş dakikada bir tekrarlanmakta güneşin yüzeyi bu sırada saatte 1080 km hızla, 3 km. kadar bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir.
Güneş, Samanyolu'nu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Dünyadan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. ( 1 ışık yılı= 9.460.800.000.000 km.)

 
GÜNEŞİN YOLCULUĞU

"Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra (karar yerine) doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir." (Yasin Suresi, 38)

Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketi nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru saatte 720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin günde 720.000x24=17.280.000 km. yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın da...)

YEDİ KAT YER - YEDİ KAT GÖK

"Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı..." (Talak Suresi, 12)

8/12
Dünya atmosferinin yapısı, Kuran'ın işaret ettiği gibi, başlıca yedi bölümden meydana gelir. Atmosferde katları birbirinde ayıran yüzeyler bulunmaktadır. Encyclopedia Americana'nın (9/188) verdiği bilgiye göre, sıcaklığa bağlı olarak yerden itibaren şu katlar sıralanır.

1.Kat - Troposfer: Kalınlığı kutuplarda 8 km. ekvatorda 17 km'ye kadar ulaşır. Bu kat bulutların büyük bir bölümünü kapsar. Sıcaklık yükseltiye bağlı olarak kilometrede 6.5°C azalır.Bu katmanın tropopoz diye adlandırılan ve hızlı hava akımlarının olduğu kısımda sıcaklık -57°C’de sabit kalır.

2.Kat - Stratosfer: 50 km yüksekliğe ulaşır. Burada mor ötesi ışınlar soğurulduğu için ısı açığa çıkar ve sıcaklık 0°C’ye kadar yükselir. Bu soğurma sırasında ısının yanında dünya için hayati önem taşıyan ozon tabakası da ortaya çıkar.
3.Kat - Mezosfer: Yüksekliği 85. km'ye kadar çıkar. Burada sıcaklık -100 C’ye iner.
4.Kat - Termosfer: Sıcaklık giderek yavaşlayan bir tempoda artar.
5.Kat -İyonosfer:Bu bölgedeki gazlar iyon halinde bulunur. Radyo dalgalarının iyonosfer tarafından tekrar dünyaya gönderilmesi sayesinde yeryüzündeki iletişim sağlanır.
6.Kat - Ekzosfer:500 ila 1000. km'nin ötesinde, özellikleri tamamen güneşin etkinliklerine göre değişen tabakadır.
7.Kat - Manyetosfer: Burası dünyanın manyetik alanın kapladığı büyük bir boşluğu andıran alandır. Enerji yüklü atom altı parçacıklar Van Allen Kuşakları olarak adlandırılan bölgelerde tutulur.
Aynı kaynakta sayıldığı üzere yer kabuğunun katmanları da 7 bölümden oluşur:
1.Kat Litosfer(su), 2.Kat Litosfer(kara),3.Kat Astenosfer,4.Kat Üst manto,5.Kat Alt manto,6.Kat Dış çekirdek,7.Kat İç çekirdek
 

DÜNYANIN HAREKETİ

"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)."
(Neml Suresi, 88)
Kuran, dünya merkezli bir evren modelinin benimsendiği bir çağda, dünyanın aslında bulutlar gibi hareket eden bir cisim olduğunu belirtmektedir. Ayette

9/12
dünya kelimesi yerine dağ kelimesinin yer alması da ilgi çekicidir. Çünkü dağlar dünyadaki sabitliğin simgesidir. Sabit gibi gözüken dağların hareket etmesi demek dünyanın hareket halinde olması demektir.

DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. (Zümer  Suresi, 5)
Kur’an’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen arapça kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin arapça karşılığı yuvarlak birşeyin üzerine bir cisim sarmaktır. (Örneğin Arapça sözlüklerde başa sarık sarma gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır). Dolayısıyla gecenin gündüzü tekvir etmesi ancak yeryüzünün yuvarlak olmasıyla mümkündür.
 
 

DAĞLARIN DEPREMLERİ ENGELLEMESİ
"O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi..."
(Lokman Suresi, 10)
"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?"
(Nebe Suresi, 6-7)
Jeolojinin dağlar hakkında söyledikleri yukarıda verdiğimiz ayetlerle tam bir paralellik içindedir. Dağların özelliklerinden biri yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükselmesi ve bu tabakaları birbirine bağlamasıdır. Bu özellikleriyle dağlar tahtaları birarada tutan çivilere benzetilmektedir. Bunun yanında dağların yerkabuğunda yaptığı basınç, dünyanın merkezindeki mağma hareketlerinin etkisinin yeryüzüne ulaşarak yerkabuğunu parçalamasına engel olurlar.
 

YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

10/12
"Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilimadamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür.
 

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırı geçmezler." (Rahman Suresi, 19-20)
Yukarıdaki ayette, bilinen iki su kütlesinin birbirleriyle karşılaşıp birleştiği fakat bir engel sebebiyle karışmadıkları vurgulanmaktadır. Bu nasıl olabilir? Normalde beklenen iki denizin birbirleriyle karşılaştığında sularının karışarak hem tuzluluk oranlarının hem de ısılarının eşitlenmeye doğru gitmesidir. Oysa olay böyle olmamaktadır. Örneğin Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu birbirleriyle görsel olarak birleşseler de suları birbirine karışmamaktadır. Bunun sebebi aralarındaki bir engeldir. Bu engel ise "yüzey gerilimi kanunu" olarak bilinen olaydır.

ZAMANIN FARKLILAŞMASI
Einstein'ın "rölativite kuramı"na göre zaman sabit bir ölçü değildir. Hıza bağlı olarak uzayıp kısalır. Kuran, "bir günü elli bin yıl" olan ve yine "bir günü bin yıl" olan farklı farklı zaman birimlerinden bahsederek, zamanın rölatif (göreceli) bir kavram olduğunu, Einstein'dan yüzyıllar önce açıklamaktadır.

"Melekler ve ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)
 

11/12

KARADELİKLER
Yakıtı tükenen yıldızın içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacimde korkunç bir çekim alanın ortaya çıkmasıyla oluşan karadeliklere Kuran şöyle işaret etmektedir:

"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir." (Vakıa Suresi, 75-76)
Ayette yıldızların yerlerinin büyük bir gücü temsil ettiği özellikle vurgulanmıştır. Karadeliklerin yıldızların yerlerinde belirmeleri ve sahip bulundukları büyük çekim gücü düşünülürse ayetin anlamı anlaşılacaktır.

AYIN YÖRÜNGESİ
"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay yörüngesinde seyrederken dünyanın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda dünyayla birlikte güneşin etrafında da döndüğünden uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ayın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, kurumuş hurma ağacı dalına oldukça benzemektedir.
Ay dünyanın etrafında saatte 3659 km gibi büyük bir hızla hareket eder. Ay, ancak bu yüksek hızı nedeniyle dünyanın kuvvetli çekim gücünden korunabilmektedir. Ay, hızının daha yavaş olması halinde dünyaya çarpabilecek, daha hızlı olması durumunda ise uzaya savrulacaktı.
Ayın büyüklüğü ve dönüş hızı dünyayı etkilemekte ve gel-git dediğimiz olaya sebep olmaktadır. Ayın çekim kuvvetinin biraz daha fazla olması halinde dünyanın büyük bölümü bir anda sular altında kalabilirdi.

DÜNYANIN KORUNMUŞ TAVANI
Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde savuşturulmuş olur.

12/12
Kuran, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği şöyle ifade ediyor:
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiya Suresi, 32)
Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası "Van Allen" adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın, atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur.
Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, "Güneş rüzgarları"dır. Güneş, dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5 milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da gönderir.
 
Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları'ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın çevresinden akar.
Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise mümkün değildir.

Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar, radyo dalgaları ve görünür ışığın dünyamıza ulaşmasına imkan verecek bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.
Dünyayı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi için, gökyüzünün "korunmuş Tavan’ına bir de ozon tabakası eklenmiştir.


Tebaa Ne Demek, Tebaa Nedir..?


Tebaa Ne Demek, Tebaa Nedir

    
Tebaa Ne Demek, Tebaa Nedir
Tebaa Ne Demek, Tebaa Nedir

Tebaa Nedir

Bu kelime birçok alanda kullanılan ve çok eskilere dayanan bir terimdir. Birçok kullanım şekli olduğundan dolayı farklı sosyal konularda anlamlar taşımaktadır. Hukukta kullanılan anlamında, tebaa, uyruk anlamına gelmektedir. Tebaa denilen insanlar bir devletin egemenliği, hükmü altından bulunan kişiler anlamına gelmektedir. Hukuk dışında, felsefe, psikoloji, sosyoloji ve mantık terimleri arasında tebaa sadece uyruk anlamına gelmektedir. Tebaa, yine Atatürkçülük ilkeleri arasında büyük bir devletin gözetimi, hükmü altında olan insan topluluğu anlamında kullanılmaktadır.

Tebaa daha çok Osmanlı zamanını dayanan ve Osmanlı zamanında öne çıkan bir terimdir. Peki farklı kullanım anlamları ile tebaa ne demek, tebaa anlamı nedir yazımızın devamında:


Tebaa Ne Demek

Tebaa; güçlü bir yönetime sahip olan devletin başka uyruktaki insanları gözetimi altına alarak, iç ve dış işlerinden sorumlu olması anlamına gelmektedir. Tebaa’nın daha çok Osmanlı döneminde öne çıkan örnekleri ile konuyu daha net bir şekilde açıklayabiliriz.

Osmanlı devleti sınırları içinde yaşayan her gayrimüslim kendi arasında bir cemaate bağlıydı. Bu topluluklar doğrudan millete bağlı olmak zorundaydı. Osmanlı’da bu milletlerin başında olanlar yalnızca padişahlarla ilişkili olmaktaydı. Padişahla doğrudan ilişkili olan bu liderler, vergi verme, davranışların sorumlulukları ve adalet için padişaha halk temsilciği yapmakta sorumluydu. Bu nedenle padişahlar bu gayrimüslim liderler aracılığıyla bu azınlıklıklardan haberdar ve kontrol altında olmuş oluyordu.

Her cemaat kendi dininin gerektirdiği gibi ibadet etmekte ve ayinlerini serbestçe yapabilmekte özgürdü. Padişahlar, bu konuda oldukça hoşgörülü bir tutum sergilemişlerdi. Tebaa’sında bulunan halkı dini yönden dinlerini gerektirdiği gibi yaşamalarını sağlamış, kendi halkından herhangi bir baskı olmaması içinse fermanlar vererek Tebaa yani kullarını mağdur etmemiştir.


tebaa ne demek
tebaa ne demek

Yalnız din konusunda değil, Osmanlı Devleti, Dünya’nın hiçbir yerinde görünmeyen bir sistem izlemiş ve oldukça hoşgörü barındıran politikası ile gayrimüslim halka, her alanda dini, adli, hukuki, eğitim, kültür ve idari alanda özerklik sağlamıştır. Kendi halkı hangi konularda özgürlüğü varsa, devlet içindeki adalet ve hukuk sisteminden, sosyal haklardan ve bunun gibi birçok alanda eşit şekilde yararlanma hakkı tebaa’lara da tanınmıştır.

Bir yandan da, Rumlar, Museviler ve Ermeniler, gelenekleri, dilleri ve yaşam tarzları gibi konularda Türklerden ayrı bir politikada yer almaktaydı. Bunlar Osmanlı sınırları içinde yaşadıkları halde devletin asıl önemli kıldığı kendi öz halkı ve milleti olan Türklere karşı itibarsız hale gelmeye başlamışlardı. Dik başlı ve itibarsız olan özerk topluluklar haline gelen tebaalar eskiden iyi olan gayrimüslim Türk ilişkisine zarar vermeye başlamışlardı. Gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde azınlık kalan Türkler zamanla dışlanmaya başlamıştı. Böylelikle azınlıklar kendi aralarında örgütlenmeye başlayarak Osmanlı yönetiminden ayrılma düşünceleri kurmaya başlamışlardı.

Bu yüzden tebaa, yani azınlık olan uyruklar bir süre sonra tehlikeli bir hal almaya başlayarak Osmanlı halkını zor duruma sokmaya başlamışlardır. Bunlara önlem olarak ayaklanmaya çalışan tebaalar bastırılmış ve eşit haklar tanınmasının yanı sıra adalet konusundaki konusundaki yükümlülükleri de arttırılmış olmaktaydı.



Hacı Bektaş Veli Kimdir, Bektaşilik Nedir..?

Hacı Bektaş Veli Kimdir, Bektaşilik Nedir
    
Hacı Bektaş Veli Kimdir, Bektaşilik Nedir
Hacı Bektaş Veli Kimdir, Bektaşilik Nedir

Hacı Bektaş Veli Kimdir

Osmanlı devletinin yapılanmasında ilk kurulan teşkilatlardan biri Yeniçeri Ocağı’dır. Yeniçeri Ocağı kurulurken, ululardan biri olan Hacı Bektaş Veli’ye adamlar gönderilmiş ve bu ordu için duaları alınmıştır. Yani Yeniçeri Ocağı daha kurulurken, bir Bektaşi Ocağı olarak kurulmuştur.

Ertuğrul Bey ölünce, Osman Bey’in Kayı Aşireti beyi olmasında Hacı Bektaş Veli’nin etkisinin olduğu bilinmektedir. Peki Hacı Bektaş Veli kimdir?


Hacı Bektaş Veli, Türkistan illerinden Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslam dinine geçmesi için görevlendirilmiş bir İslam filozofudur. Anadolu’da yaşayanların din anlayışının daha çok ahlak temeline oturmasında etkin bir rol üstlenmiştir. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da tasavvuf düşüncesini yerleşmesine damgasını vuran bir kişidir ve Türk dünyasında yetişen büyük bir düşünürdür.

Hacı Bektaş Veli, Anadolu’ya geldikten sonra insanlara doğru yolu göstermeye başlamış ve kısa zamanda ünlenmiştir. Kurduğu Ahilik Teşkilatı ile Osmanlı sultanları tarafından da sevilmiş ve saygı görmüştür. Bu çalışmaları ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve sağlam temeller üzerine oturmasında oldukça emek vermiştir.

Sultan Orhan zamanında kurulan Yeniçeri Ocağı, Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak kabul etmiş ve disiplinini ve manevi yaşamını ona bağlamıştır. Yüzyıllar boyunca da bu böyle olmuştur. Yeniçeriler ile halk arasında hep bir yakınlık olmuştur. Tarihte hayırlı olay (Vak’a-i Hayriye) olarak bilinen Yeniçeri Ocağı’nın kapatıldığı 1826 yılına kadar Bektaşilik anlayışı devam etmiştir.

Alevi Nedir

Bektaşilik Nedir

Bektaşi tekkelerinin yeniden açılması 1862 yılında olmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasından sonra geçen 36 yıl boyunca Bektaşilik dile getirilmemiş, kimse Bektaşi’yim diyememiş ve Bektaşiler hakkında konuşmak suç olarak görülmüş, buna karşılık Bektaşiliği karalamak serbest olmuştur.

Milli mücadele başlamadan önce (Aralık 1919) Atatürk ve arkadaşları, Hacıbektaş ilçesine gelmiş ve Hacı Bektaş’ın torunlarından birinin konağında kalmış, birlikte yemek yemişlerdir. Bektaşi büyükleri hem milli mücadeleye destek sözü vermişler hem de ciddi bir para desteği sağlamışlardır (1800 altın).

Hacı Bektaşi Veli Kimdir
Hacı Bektaşi Veli Kimdir

Bektaşiler, Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme zamanında olduğu gibi, Cumhuriyet’in kurulması ve gelişmesine de katkı sağlamışlardır.

Bektaşilik nedir diye soranlara Bektaşilik, aslında diğer bütün tarikatlar gibi klasik bir tarikattır cevabı verilebilir. Bektaşilik tamamen İslam dini kurallarına sahip çıkar. Ancak genel olarak bakıldığında günümüzde bazı kişiler, ideolojileri doğrultusunda yeni iddialar ortaya atmakta ve Bektaşiliği laikliğin simgesi olarak görmektedir.


Tarihi gerçeklere bakılırsa 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılınca Bektaşiler kendilerini tanıtmak için Alevi kavramını kullanmışlardır. Bugün de bu konuda çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır.

Alevilik örneğin, Suudi Arabistan’da ve İran’da Hz. Ali’nin soyuna mensup olmayı ifade ederken, Azerbaycan’da Hz. Ali’yi tanrı olarak kabul etmeyi ifade eder. Yani Aleviliğe, farklı yerlerde farklı anlamlar yüklenmektedir. Ülkemizde ise Alevilik dendiği zaman Bektaşillik kasdedilmektedir. Bugün hala Alevilik ve Bektaşilik konusu bir din problemi olan görülmektedir ve tamamen siyasi anlamda ele alınmaktadır. Oysa laiklik devletimizin temel ilkesidir ve din, mezhep ve tarikatlar karşısında devletimiz adil ve eşit bir duruş sergilemek zorundadır.


Bektaşi Ne Demek

Moğol istilaları sonrasında Selçuklu Devleti’nin Anadolu’daki gücünün zayıflamaya başladığı dönemde insanlara birlik ve beraberlik inancını aşılayan ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasına ön ayak olan Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu Bektaşilik tarikatı yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin askeri ve siyasi yönetiminde etkili olmuştur. Tamamen Hacı Bektaş Veli’nin inançlarından ve düşüncelerinden doğan Bektaşilik tarikatı, bugünkü şeklini on altıncı yüzyılda tarikatın başına geçen Balım Sultan zamanında almıştır.

bektaşilik nedir
bektaşilik nedir

Önceleri Yeniçeri Ocağı içinde sağlam bir yer edinen Bektaşilik, Osmanlı Devleti tarafından himaye edilmiş ve halk arasında da kısa sürede yayılmıştır.

On yedinci yüzyılda Bektaşilik Balkanlar’a ulaşmış, Tuna boylarında ve Arnavutluk kıyılarında bile taraftar bulmuştur.

Sultan Abdülaziz döneminde Bektaşilik tarikatı yeniden canlandırılmaya çalışılsa da, Cumhuriyet döneminde 1925 yılında tekke ve zaviyeler tamamen kapatılınca Bektaşilik de tamamen sona ermiştir. Yine de Bektaşilik inancın etkileri bugün de varlığını devam ettirmektedir. Bektaşi ne demek sorusuna kısaca bu tarikata bağlı kişilere Bektaşi denir cevabı verilebilir.

Bektaşilik İnanışı

Bektaşilikte ikrar ve cem adı verilen iki büyük ayin yapılmaktadır. İkrar ayini, Bektaşiliğe giriş törenidir. Bu ayin, kırk kapı olarak bilinen bir tasavvuf anlayışına dayanır. Bu anlayışın temelinde, Hacı Bektaş Veli tarafından dini inancı belirlemek için uygulanan dört kapı ve onar makam şeklinde ifade edilir. Bu kapılar şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarıdır. Her kapının kendi içinde de onar tane makamı bulunmaktadır.

Bektaşilik inancına göre insanlar Allah’a ulaşabilmek için bu kapıları ve kapılardaki on makamı geçmek zorundadır.

  • Şeriat kapısı iman etmeyi esas alır. Bu kapıdaki on makam şunlardır:
    • İman
    • İslam
    • İlim
    • İhsan
    • Evlenmek
    • Helal yemek ve giyinmek
    • Sünnet ehli olmak
    • Şefkat ve merhamet göstermek
    • Helal kazanmak ve faizden uzak durmak
    • İyiliği yapmak kötülük yapmamak
  • Tarikat kapısı tövbe etmeyi ve Allah korkusu taşımayı esas alır. Bu kapıdaki on makam şunlardır:
    • Tövbe etmek
    • Şeyhe bağlanmak
    • Başı tıraş etmek ve tarikat elbisesi giymek
    • Korku ile ümit arasında olmak
    • Hizmet etmek
    • Nefse hakim olmak
    • Sadece Allah’a inanmak
    • Hırka, makas, seccade, icazet, ibret ve hidayet kazanmak
    • Bütün yaratılmışlara sevgi göstermek
    • Aşk, şevk ve kanaat
  • Marifet kapısı sahip olunması gereken erdemleri esas alır. Bu kapıdaki on makam şunlardır:
    • Edep
    • Allah korkusu
    • Nefis terbiyesi
    • İkrar ve tasdik
    • Haya ve utanmak
    • Cömertlik
    • İlim
    • Sükunet ve miskinlik
    • Gönül adamı olmak
    • Kendini bilmek
  • Hakikat kapısı insanların bir gün toprak olacağını esas alır. Bu kapıdaki on makam şunlardır:
    • Toprak gibi alçak gönüllü olmak
    • Bütün yaratılmışlara aynı gözle bakmak
    • Allah’ın kendisine verdiği gibi başkalarına ikramda bulunmak
    • Ölmeden önce nefsini yok etmek
    • Hiçbir yaratığa zarar vermemek
    • Konuştuğu zaman sadece hakkı ve doğruyu söylemek
    • İyi ve olgun insanların yoluna girmek
    • Kerametlerini gizlemek
    • Sabırlı olmak ve Allah’a dua etmek
    • Allah’ın sırlarına ait manevi bilgiyi öğrenmek

Bektaşiler yol gösterici olarak Hazreti Muhammed’i, rehber olarak da Hazreti Ali’yi kabul ederler. Pirleri ise Hacı Bektaş Veli’dir. Bektaşilik, İslam kültüründe etkili olan 12 tarikattan biridir. Bektaşiler Kuran’ı son kutsal kitap olarak, İslamı da son din olarak kabul etmektedir.

Fıkralarda Bektaşilik

Bektaşi fıkralarında Bektaşi, yaşamı ve insanı seven, duygulu, şakacı, yaşamın gerçeklerine eğilen, zeki, ölçülü konuşan ve güleryüzlü bir sohbet insanı olarak ifade edilir. Bu fıkralarda Bektaşiler hep eleştirel bir kişiliktir, ama karşısındaki insanı hor görmez, küçük düşürmez, argo ve tahrik edici söz söylemez ve genel çözüm yollarına odaklanır.

Bektaşiler tanrıya ve onun kurallarına samimiyetle inanır. Bektaşi’nin asıl amacı insanları eğlendirmek değil, güldürürken eğitmek ve öğretmektir.

Yapılan bir inceleme sonuçlarında göre fıkralarda yer alan Bektaşilik inancı çarpıcı sonuçlar vermektedir. Şöyle ki;

  • Tanrıya inanma konusunda Bektaşiler, imanı zayıf kişiler olarak gösterilmektedir (34 fıkranın 23’ünde).
  • İçki konusunda hemen hemen bütün fıkralarda Bektaşiler içki içen insanlar olarak gösterilmektedir (48 fıkranın hepsinde).
  • Ramazan ve oruç konusunda yine bütün fıkralarda Bektaşiler oruç tutmayan insanlar olarak gösterilmektedir (46 fıkranın hepsinde).
  • Cami ve namaz konusunda bütün fıkralarda Bektaşiler camiye gitmeyen ve namaz kılmayan insanlar olarak gösterilmektedir (19 fıkranın 18’inde).
  • Cennet, cehennem, peygamber, abdest, dua ve kurban gibi konularda Bektaşiler, olumsuz tavır sergileyen insanlar olarak gösterilmektedir (18 fıkranın 15’inde).

Bu fıkralara bakılacak olursa, fıkralarda yer alan Bektaşi tipi, tanrıya inancı zayıf olan, içki içen ve oruç tutmayan, namaz kılmayan ve dini duyguları kuvvetli olmayan kişidir. Ancak Bektaşi değerlerinin fıkralardaki bu yansıma şekli doğru değildir. Bektaşilik ile temsil edilen felsefe, bu fıkralar ile İslam anlayışının dışındaymış gibi aktarılmak istenmiştir. Oysa Bektaşilik birlik ve dirliği esas alan, dostluk, kardeşlik ve dayanışma üzerine kurulu bir anlayıştır. Bu konuda belki Bektaşi fıkralarının kaynaklarına inmek ve sebep sonuç ilişkileri üzerine derinleşmek gerekir.

Kısaca fıkralarda yer alan Bektaşi algısı, hiçbir şekilde gerçek Bektaşilik değerleri ile örtüşmemektedir.

Habbaz Ne Demek, Kısaca Habbaz Nedir.?

 Habbaz Ne Demek, Kısaca Habbaz Nedir
    
Habbaz Ne Demek, Kısaca Habbaz Nedir
Habbaz Ne Demek, Kısaca Habbaz Nedir

Habbaz ne demek? Farklı kullanımları ve yaygın anlamı ile habbaz nedir? Osmanlı döneminde, günümüzün fırıncılarının yaptığı işi yapanlara habbaz denirdi. Ancak habbazların ne yapacağı ve yapacakları işin nasıl olacağı direkt Osmanlı padişahları tarafından belirlendiği için, o zamanlar habbazların işi fırıncıların yaptığı işten çok daha teferruatlı ve zordu.

Dönemin padişahlarından bazıları, ekmek yapan ve satanlara, yani habbazlara ferman yolu ile detaylı bir çalışma şartnamesi verir, eğer habbazlar buna uymazlarsa ağır şekilde cezalandırılırlardı. Günümüzde pek çok kişi habbaz ne demek bilmese de, bu tarihi kültürümüzün bir parçası olduğu için merak edenlerin olacağını düşündük.


Örneğin Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı toprakları 24 milyon km2 ve nüfusu 34.350.000 kişi civarındaymış. O zamanlar Dünya’nın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’da ise ekmek yapımı için bir günde 200 ton buğday tüketimi olmaktaymış. Bugün halen adı un kapanı olan yerden, tahıl temini yapılır ve habbazlar saray tarafından belirtilen ölçüleri baz alarak, ekmek yaparlarmış.


Habbaz Ne Demek

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, habbazlar Osmanlı döneminde ekmek yapan ve satan kişilere verilen mesleki bir isim imiş. Ancak kendi aralarında sınıflandırılan habbazlar, Osmanlı dönemi şartlarında habbaz nedir dendiğinde, saray habbazı, ordu habbazı ve genel çarşı habbazı olarak değişik görevler üstlenmiş kişilermiş. Osmanlı döneminde çok üzerine düşülen bu meslek, çeşitli kaidelere tabi tutularak yaptırılırmış. Örneğin saray habbazları, Bursa’dan gelen en kaliteli buğdayları, Göksu deresindeki değirmende öreterek, elde ettikleri yüksek kalitedeki un ile has ekmekler hazırlamaktan mesulmüş. Bu ekmekleri padişah, sultanlar ve üst mevki kişiler yiyebilirmiş. Yine balkanlardan gelen buğday öğütülerek elde edilen ve fodula adı verilen undan ekmek yaparak, diğer saray erkanına ekmek pişirmek, saray habbazlarının işi imiş.


Ordu habbazları ise yine iki çeşit ekmek yaparlarmış. Yüksek rütbeliler için foduladan yapılan beyaz ekmek ve düşük rütbelilere de meyane unu denilen undan yapılan esmer ekmek pişirilirmiş.

Çarşı habbazları ise ferman yolu ile verilmiş ölçülere tabi olarak, ekmek pişirir ve satarmış.


Habbaz Nedir

Habbazlar, Osmanlı döneminde belirli kaidelere uyarak ekmek pişirip satmaktaydı. Kendi evinde ekmek pişirmek isteyen halkın buğdayını öğütme işi de, genellikle habbazlar tarafından yapılırdı. Bu kaidelere örnek vermek gerekirse, padişah fermanı ile düzenlenmiş olan ve günümüz Türkçesine çevrilmiş, kanunname aşağıdaki gibidir.

habbaz nedir
habbaz nedir
  • Halkın ununun ve buğdayının zarar görmemesi adına, habbazların tavuk beslemesi yasaktır. Sadece bir adet horoz besleyebilir o da vakti anlamak için.
  • Habbazların değirmeni boş bırakmaları yasaktır ve işlerini yaparken çok dikkatli olup yaptıkları işleri en iyi şekilde yapmalıdır.
  • Değirmenin bakımından ve iş görürlülüğünden habbazlar sorumludur.
  • Habbaz pişirdiği ekmekleri belirtilen şekilde pişirmeli ve belirlenen fiyatlarla satmalıdır.

Habbaz nedir sorusuna karşılık verilen cevaplar ile birlikte, diğer görevlilerden de bahsetmek gereklidir. Ekmek üretimi için gerekli personel sayısı, habbaz tarafından belirlenir ve bu doğrultuda, habbazin-i hassa(ekmekçi başı) elekçiler ve hamur karıcılar görevlendirilirdi.