Wednesday, December 2, 2020

Hasan Tahsin Kimdir, Hasan Tahsin Hayatı..


    
Hasan Tahsin Kimdir, Hasan Tahsin Hayatı
Hasan Tahsin Kimdir, Hasan Tahsin Hayatı

Hasan Tahsin

Osmanlının son zamanlarındaki sancılı günlerinin yaşandığı 1900’lü yılların başlarında, Mondros mütarekesi imzalanmış ve işgal yılları olarak adlandırılan dönem başlamıştı. Bu dönemde ülkemizin farklı köşelerinde, farklı ülkelerin kuvvetleri marifetiyle işgaller başlamış, batı bölgesinde ise Yunan işgali söz konusu olmuştu. Çanakkale mücadelesinin ardından, farklı cephelerdeki durumlar sebebiyle imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması, batı bölgelerinde yaşayan halkın büyük tepkisini almış, özellikle İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilecek olması, büyük olayların fitilini ateşlemişti. Hasan Tahsin kimdir sorusuna farklı tarih araştırmacılarından farklı cevaplar alınsa da, işgal sonrasında en büyük tepkiyi veren millet kahramanı cevabı ortak paydada durur.

Kimileri kişiliği hakkında ve uyruğu konusunda farklı söylevlerde bulunur, kimileri de yaktığı ateşin, işgal kuvvetlerinin niyetlerini değiştirdiğini ve işgalin ardından büyük taarruz’a yani milli mücadeleye kadar sürecek hareketi başlattığını savunur. Bizim tarih anlayışımız içerisindeki yeri ise o zaman İzmir ve tüm batı işgaline karşı, ilk kurşunu sıkan, gerçek milli mücadeleyi başlatan halk kahramanı olduğu yönündeki bilgilerin doğru olduğu inancıdır.


Hasan Tahsin Kimdir

Hasan Tahsin, Recep Hasan Tahsin ve Rabia Hanımın 1888’de Selanik’te doğan oğludur. İlköğrenimini Mustafa Kemal ATATÜRK gibi Şemsi Efendi’de okumuştur. Orta öğrenimi için Selanik Fevziye Mektebi’ne giden Tahsin, parlak zekâsı ve tahsil hayatındaki başarılarıyla göz doldurarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti bursu ile Paris Sorbonne Üniversitesinde Siyasal Bilimler eğitimini tamamladı. Üniversite eğitimi sırasında yaşanan Trablusgarp savaşını, yakın arkadaşı Mısır’lı öğrenci lideri pozisyonundaki Şeyh Dayef ile mitingler organize ederek, protestolarda başrolü üstlendi.

Hasan Tahsin Kimdir
Hasan Tahsin Kimdir

İttihat ve Terakki Cemiyeti halk adına girişimci olan Hasan Tahsin’e, Paris’te çeşitli görevler verildiği ve Osmanlı mücadelesi adına Teşkilat-ı Mahsusa için bazı rolleri de kabul ettiği bilinir. Bu vazifeleri sırasında, İngiliz istihbaratı ve İngiliz hükümeti adına Osmanlıya karşı çalışmalar içerisine girmiş olan Buxton Kardeşler’e kurduğu tuzak ile Bükreş’te suikast düzenledi ve yakalanarak 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1916 yılında, Alman hareketinin Bükreş ilerlemesinden fırsat bularak hapishaneden çıkan Tahsin, İstanbul’a döndü. Bir süre sonra verem hastalığı tedavisi adına İsviçre’ye gitmek zorunda kalmış ve tanınmamak için adını değiştirerek, Hasan Tahsin ismini kullanmaya başlamıştır. Gerçek adı olan Osman Nevres’i terk edip yeni adıyla tanınacak olan Hasan Tahsin hayatı boyunca bu adı hem milli mücadelesinde hem de gazetecilik hayatında ölene kadar kullanmıştır.


Hasan Tahsin Hayatı

Hasan Tahsin yurtdışındaki eğitimi ve giriştiği halk mücadelesiyle dolu kısacık hayatında, gazetecilik yaparak halkın her konuda birliğini ve mücadeleye olan katkılarını yaygınlaştırmasıyla tanınır. Özellikle yurdun işgal altına girmesiyle işgale karşı gizli ayaklanma ve ret girişimleri için farklı yörelerde toplanan direniş cemiyetleri, Tahsin’in kaleminden gelecek haberlere büyük ilgi gösterir, hareketlerini bu haberlerde bahsedilen durumların iziyle devam ettirirlerdi. İzmir bölgesinde ise Redd-i İlhak Heyeti Milliye adındaki direniş, Yunanistan işgaline karşı hareket etmekte ve işgalin ilk gününden itibaren adı değişse de amacı aynı şekilde, Tahsin ve arkadaşlarının izini takip etmekteydi. Hatırlanması gereken bir diğer konu ise bölgesel direniş hareketlerinin ilerleyen günlerde, milli mücadele için birlikte hareket edeceği ve milli ordunun kurulmasıyla, ülkenin topyekûn savunmasındaki rolüdür.


Direnişçiler, İzmir’in işgali için ilk adımın yaşanacağı, 1919’un 14 Mayıs gecesi, İzmir Maşatlık Meydanı’na çok sayıda yerli halk ile birlikte toplanarak, büyük protestolar yapmıştı. Limana varan Yunan kuvvetleri karaya inmek için hazırlıklarını gözden geçirirken, toplanan kalabalık milli direnişçi ve halka yüksek sesle hitaplar ve işgal kuvvetlerine karşı başkaldırı çağrıları yapmaktaydı. O dönemde belediye başkanlığı görevini yürüten Hacı Hasan Paşa ve Hukuk-u Beşer Gazetesi’nin(İnsan Hakları Gazetesi) baş yazarlığını yapan Hasan Tahsin, halka hitap ederler ve direnişe karşı en büyük çağrıyı dile getirirler. Hasan Tahsin kimdir sorusuna önemli ve farklı cevaplar verilirken o dönemde bile çıkarttığı gazetenin adındaki sır, Hasan Tahsin’in halk ve insana karşı olan bakış açısını, milli duygularını daha iyi anlatmaktadır.

Tüm kararlılığıyla ve de sert bir dil ile toplanan halka “burayı yunana vermeyeceğiz” şeklide nidalar ile direniş çağrısında bulunulmakta ve Tahsin tarafından hazırlanmış bildiriler ile düşman karşısında birlik çağrısında bulunulmaktaydı. Bütün gece süren hararetli Yunan karşıtı gösteriler ve protestolara rağmen, 15 Mayıs sabahı saat 9 sularında, Pasaport Limanından askerlerin karaya çıktığını gören İzmir yerlisi Rumlar, bayraklı alkışlı bir karşılama sahnelerler. İlk ve de son olarak akıllarda kalan ise Hasan Tahsin’in bu karşılama ile mahallelere yayılmaya başlayan Yunanistan askerlerine karşı “Olmaz! Olamaz! Böyle Ellerini, Kollarını Sallaya Sallaya Giremezler!” şeklindeki yakınması duyuldu. Kalabalık arasından duyulan birkaç ellik silah sesi ise tüm kargaşa içindeki insanları daha da ateşler. Bu sesler Hasan Tahsin’in, Relover marka silahından gelmektedir.

Yunan Efsun Alayı’nın İzmir topraklarındaki ilk yürüyüşünde, Jori Papakostos ve Basile Delaris isimli iki askerin vurularak yere düştüğü görüldü. Bazı tarih kaynaklarında vurulan bu iki askerin, Yunanistan bayrağını ve sancağını taşıyan Bayraktarlar olduğu ve Hasan Tahsin’in bu askerleri hedef gözeterek vurduğundan bahsedilir. O tarihte 31 yaşında olan halk kahramanı, gazeteci, milliyetçi, insan hakları savunucusu ve işgale karşı, en büyük başkaldırı hareketinin sahibi direnişçilerden olan Tahsin, milli duyguları ile yaptığı saldırısından sonra, Yunan askerlerinin süngü darbeleriyle ciddi şekilde yaralandı. Kargaşa ve kaos esnasında kısa bir mesafe kaça bilen Tahsin’in hayatı, İzmir Saat Kulesi altında son buldu.


İzmir’deki bu ciddi direniş, yakın Anadolu şehirlerinden duyuldu ve direnişe karşı silahlı güçler bir araya gelerek, Yunanistan askerlerine karşı her durumda Hasan Tahsin’in anısını yaşattı. Rivayet odur ki, Çerkez Ethem himayesindeki adamları ve yöre efelerini işgale karşı topladığında,  Demirci Efe namıyla anılan bir direniş yiğidi “İzmir’de Bir Genç Düşmana İlk Kurşunu Sıktı, Bundan Gayrisi Bize Düşer!” diyerek, yöresel direnişe çağrıda bulunmuştur.

Hasan Tahsin Mezarı Nerede

İzmir’in işgali 9 Eylül 1922 yılına kadar sürmüş, aradan geçen sürede bölge halkına büyük eziyetler edilmiş ve Ankara’ya göz diken Yunan askerilerine karşı alınan zaferlerle, son bulmuştur. Bu süreçte ülkemizin farklı yerlerindeki direniş ve milli kuvvetlerin başarısı da göz ardı edilemez. Hasan Tahsin kimdir kısaca anlattığımız yazımıza, ölümünden sonra farklı kaynakların bildirdiği mezarı konusundaki açıklamalara yer verelim.

1973 yılında, Hasan Tahsin anısına İzmir’in Konak ilçesinde Büyükşehir Şehir Belediye’si binası yanında görkemli şekilde “Hasan Tahsin İlk Kurşun” anıtı ve heykeli açılışı yapılmıştır. İzmir’i ziyaret edenlerin en önemli durağı haline gelen anıt, işgal günlerinin sergilendiği bir abidedir. Genel bir inanış olarak, dile getirilen ve tam olarak kanıtlanmamış bilgilere göre, Hasan Tahsin’in mezarı, ailesi tarafından Harmandalı’ndaki bir çiftliktedir. Ayrıca, Tahsin’in severleri tarafından İstanbul Üsküdar, Bülbül Mezarlığı’nda gıyabında bir mezar oluşturularak, adı ve anısının yazılı olduğu mezar taşı dikilmiştir.  Hürriyet ve halk kahramanı Hasan Tahsin, kurtuluş mücadelesinin simge isimlerinden birisi olarak, her yıl Çanakkale Zaferi, İzmir’in İşgal ve Kurtuluşu, Kurtuluş Savaşı ve benzeri milli günlerimizde anıtı başta olmak üzere, İstanbul’daki temsili mezarında da anılmaktadır. 


Mehmet Akif Ersoy Kimdir, İstiklal Marşını Nerede Yazdı..?

Mehmet Akif Ersoy Kimdir, İstiklal Marşını Nerede Yazdı
    
Mehmet Akif Ersoy Kimdir, İstiklal Marşını Nerede Yazdı
Mehmet Akif Ersoy Kimdir, İstiklal Marşını Nerede Yazdı

1873 yılının aralık ayında dünyaya gelen Mehmet, Akif İstanbul Fatih’te doğmuştur. Babası tarafından Akif’e verilen ilk isim Ragıyf’dır. Telaffuzu oldukça zor olan bu isim çevresinde yaşayanlar tarafından oldukça zor söylenmekteydi. Bu yüzden isminin Akif olarak anlaşılması ve zaman içerisinde Ragıyf ismi kullanılmamıştır. Mehmet Akif babasının verdiği ismi uzun süre kullanmıştır. Babasının vefat ettiği zamana kadar bu ismi kullanmıştır. Daha sonra da Akif ismini kullanmıştır. Mehmet Akif Ersoy kimdir sorusu ile ilgili ayrıntıları ve ailesi hakkında bilgileri aktaracağız. Makalemizde yaşamından kesitler ve çocukluğuna dair birçok ayrıntı yer almaktadır.



Mehmet Akif Ersoy Kimdir

Fatih Medresesi müderrislerinden birisi olan Mehmet Tahir Efendi 1826 yılında doğmuş ve 1888 yılında vefat etmiştir. Annesi Emine Şerife Hanım 1836 yılında dünyaya gelmiş ve 1926 yılında vefat etmiştir. Babası Tahir Efendi Emine Hanım’ın ikinci kocası olup, vefat eden kocasından kalma evde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 45 yaşında Emine Hanım ile evlenen Tahir Efendi’nin Mehmet Akif’in doğumundan iki yıl sonra da bir kız evlatları olmuştur. Temizliğe çok önem veren Tahir Efendi Âlim ve Nakşibendi tarikatına mensup olan dindar bir kişidir. Temizlik konusunda çok hassas olmasından dolayı da kendisine temiz Tahir Efendi lakabı verilmiştir. Annesi de aynı şekilde temizlik konusunda çok titiz ve dindar bir hanımefendi idi.

Siyasal Bilgiler Fakültesinde eğitimi sürdürürken babasını kaybetti. Babasını kaybettikten sonra Halkalıda bulunan Veterinerlik Fakültesine kaydını yaptırdı. Parasız yatılı okulunu kaydını yaptıran Akif okulu birincilikle bitirmiştir. 1893 yılında Ziraat Bakanlığı Veterinerlik işlerinde görevine başladı. Veterinerlik işleri Müdür Yardımcı olarak 1913 yılına kadar görev yaptı. 1913 yılında istifa ederek görevi bıraktı. 25 yaşına geldiğinde veznedar olan Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanımla evlendi. Yine aynı yılda Maarif Dergisinde şiirler yazdı. Resmi Gazetede de şiirler yazarken Fransızca, Arapça ve Farsçadan yaptığı çevirilerde yayınlandı. Baytarlık okumasına rağmen şiir merakı hiç bitmeyen Mehmet Akif 1906 yılında öğretmenliğe başladı. Resmi yazışma usulü derslerine giren Akif 1908 yılında Edebiyat Fakültesinde Osmanlı Edebiyatı dersi verdi. Başarılı bir geçmişe sahip olması öğrencileri tarafından da sevilen bir kimliğe sahip olması onu birçok konuda başarıya ulaştırdı. Kısa zamanda kendini geliştirerek büyük başarılara imza atmayı başaran milli şair birçok alanda adından söz ettirmeyi bilmiştir.


Mehmet Akif Ersoy Hayatı

Fatih’te bulunan Emir Buhara isimli mahalle mektebinde eğitime başladı. 2 yıla yakın süre burada eğitim aldıktan sonra ilkokula gitti. İlkokula gittiği sene babasından Arapça eğitimi almaya başlamıştır. Tahir Efendi Mühürdar Emin Paşa ailesinin hususi muallimi olarak görev yapıyordu. Emin Paşa’nın oğullarına eğitim vermekte ve onlarla hususi olarak ilgilenmekteydi. Yaz aylarında Yakacık’taki köşkte, kışın ise Emin Paşa’nın Bakırcılarda bulunan konağında ders veriyordu. Yaz aylarında köşke giden Tahir Efendi odanın bir tanesinde ikame ediyordu. Hem Türkçe hem de Farsça dersleri vermekteydi. Akif’te bu derslere iştirak ediyor aynı zamanda onlarla arkadaşlık ediyordu.

Bunun dışında babasından Arapça dersi almaya da devam ediyordu. Mehmet Akif Ersoy hayatı içerisinde eğitim her zaman öncelikleri arasında yer almıştır. Eğitim konusunda bu denli geniş alanlara sahip olmasında aldığı eğitimin birebir olması büyük etki oluşturmaktadır. Farklı dilleri de öğrenmesi her zaman ona katkı sağlamıştır. 1882 yılında rüştiyeye başlamıştır. Ortaokul eğitimi aldığı dönemlerde şiir ile tanışmıştır.


Şiir merakı ilk olarak rüştiye yıllarında başlamış ve sürekli olarak şiir kitabı okumuştur. Okuduğu ilk şiir “Leyla ve Mecnun” olduğunu belirten Mehmet Akif ilk çalışmalarını da yine bu yıllarda yapmıştır. Sürekli olarak birlikte ders çalıştığı arkadaşı Mahmut Kemal ile manzuma yazmıştır. Rüştiye mektebini 1885 yılında bitirdikten sonra meslek seçimi konusunda babası Mehmet Akif’i serbest bırakmıştır. Bu noktada Mülkiye Mektebi’ne gitmeye karar veren Akif öncelikli olarak hazırlık eğitimi almıştır. Eğitim hayatını 1889 yılına kadar sürdürmüştür. Edebiyat öğretmeni olan Muallim Naci Bey’den edebiyat konusunda eğitim almış ve kendini bu alanda geliştirmeye başlamıştır. Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936 yılında hayatını kaybetmiştir.

İstiklal Marşı’nın Hikayesi

Anadolu her taraftan sarılmış ve her yerde milli mücadele başlamıştı. Ülkenin bu süreçten geçmesinde milli ruhu yükseltmek için milli bir marşa ihtiyaç olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. Genelkurmay Başkanı olan Albay İsmet (İnönü) tarafından bu marş ile ilgili düşünce ön plana çıkarılmıştır. Bu durum karşısında dönemin Milli Eğitim Bakanı ulusal marş için ödüllü yarışma düzenlenmesine karar verdi. Yarışma tüm yurtta duyuruldu ve 724 şiir yarışmaya katıldı. 724 şiir içerisinden 6 tanesi değerlendirme komisyonu tarafından uygun olduğu düşüncesi ile ayrıldı. Geri kalan şiirler ise elendi. Tekrar yapılan değerlendirmelerde ise ayrılan 6 şiirinde ulusal marş olma niteliğini taşımadığı kanısına varılmıştır. Ulusal marş konusunda bir türlü sonuca varılamaması farklı arayışlar içerisine girilmesine neden olmuştur.

Mehmet Akif Ersoy kimdir
Mehmet Akif Ersoy kimdir

Dönemim Milli Eğitim Bakanı görevini sürdüren Hamdullah Suphi Tanrıöver, ulusal marşın Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılmasını istiyordu. Ulusal marş konusunda yarışma düzenlenmesi ve para ödülü olması Mehmet Akif Ersoy’u rahatsız etmekteydi. Bundan dolayı da yarışmaya katılmama kararı almıştı. Yapılan yarışma sonucunda ulusal marş olabilecek bir şiir bulunmamasından dolayı dostları aracılığı ile Mehmet Akif ikna edilmeye çalışılmıştır. Para ödülünün kaldırıldığına dair güvence verilmesi üzerine Mehmet Akif marşı yazmayı kabul etmiştir. Ayrılan 6 şiir ile yapılan değerlendirmeler neticesinde Mehmet Akif Ersoy’un yazmış olduğu şiir 1. olmuştur. 1 Mart 1921 tarihinde Hamdullah Suphi Tanrıöver meclis kürsüsünde şiir okudu. Şiiri okuduktan sonra son kararın meclise ait olduğunu söyledi. 12 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tekrardan toplandı. İstiklal Marşı kabul edilmiş ve ulusu temsil eden marş niteliği kazanmıştır.

Kısa zamanda herkes tarafından kabul gören ve beğenilen İstiklal Marşı büyük bir gururla söylenmeye başlamıştır. Büyük bir gurur kaynağı olan İstiklal Marşı törenlerde ve ulusal bayramlarda söylenmektedir. Temsil etme noktasında çok büyük bir öneme sahip olan marş halen saygı duyalar söylenen ve ulusal değerleri en iyi şekilde yansıtma özelliğe sahiptir. Değer yargılarını da açık bir şekilde göstermesi de ne denli değerli olduğunu göstermektedir.

Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşını Nerede Yazdı

12 Mart 1921 tarihinde meclis tarafından Milli Marş olarak kabul edilen İstiklal Marşı yazım yeri açısından da oldukça önemli etkileri sunmaktadır. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşını nerede yazdı? Sorusu birçok kişi tarafından merak edilmekle birlikte şiir ile ilgili ayrıntılarda merak edilen konular arasındadır. 1. TBMM Burdur milletvekili olan Mehmet Akif Ersoy o dönemde Tacettin Dergâhında yaşamaktaydı. Altındağ ilçesinde bulunan dergahın yeri ve konumu itibari ile de oldukça özel bir yapısı bulunmaktaydı. Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsünde yer alan dergah meclisin 1949 yılında vermiş olduğu kararla müzeye çevrilmiştir. İsmi değiştirilen dergah o tarihten sonra Mehmet Akif Müze Evi ismini aldı. Restore edilen ev 1982 yılında ziyarete açılmıştır. Mehmet Akif Ersoy’a ait olan gözlük, teşbih, yüzük kalıbı, cep saati ve tüfek yer almaktadır. 2003 yılında Mehmet Akif Ersoy büstü ve İstiklal Marşının ilk iki kıtasının bulunduğu yazı evin karşısına yapılmıştır.


Tuesday, December 1, 2020

Selahaddin Eyyubi


    
Selahaddin Eyyubi Kimdir, Kısaca Hayatı
Selahaddin Eyyubi Kimdir, Kısaca Hayatı

Tarih, başarılı komutanların askeri zaferleriyle doludur. Selahaddin Eyyubi, sağladığı askeri başarılarla, tarihe adını yazdırmış bu komutanlardan birisidir. Askeri alanda sağladığı başarılardan dolayı, 2015 yılında açılışı yapılan Hakkari-Yüksekova Havalimanına adının verilmesi, Selahaddin Eyyubi kimdir sorusunu akıllara getirmiştir. Selahaddin Eyyubinin kim olduğu ve hayatı hakkında merak ettiklerimizi, tarihin tozlu sayfalarında kapsamlı bir yolculuğa çıkarak öğrenelim.

Selahaddin Eyyubi Kimdir

Aslen kürt kökenli olduğu söylenen Selahaddin Eyyubi, 1138 yılında Tikrit’te dünyaya gelmiş, Şam’da büyümüştür. İyi bir öğrenim gören Selahaddin Eyyubi, sanatla yakından ilgilenerek, kendini geliştirmiştir. Askeri eğitimden çok dini eğitime önem vermiş, aldığı din eğitimi doğrultusunda, vicdanını ön planda tutarak önemli askeri zaferler kazanmıştır. Aslında, 26 yaşına kadar din ağırlıklı eğitim alan Selahaddin Eyyubinin hedefi, ilim ve sanatla uğraşmaktı. Ancak, amcası Esedüttin Şirkuh’un onu yanına almasıyla, ileriye dönük planları tamamen değişmiş ve tarihi kaynaklarda adı sürekli anılacak bir komutan olarak askeri hayatı başlamıştır.


Selahaddin Eyyubi’nin Askeri Hayatı

Selahaddin Eyyubi, 1164 yılında, amcasının Mısır’a düzenlediği seferlere katılmış, askeri alanda tecrübeler edinmiştir. Amcasının vefatıyla, aynı anda Suriye komutanlığı ve Mısır vezirliğine atanmıştır.

Askeri hayatına hızlı bir başlangıç yapan Selahaddin Eyyubi, zaferlerinin temelini, ilk olarak Mısır’daki fatimi halifeliğine son vererek atmıştır. Sonrasında, sünni mezhebini yayarak, Mısır ve Suriye’de fatimilerin yaydığı yanlış mezhebi durdurmuştur. Bu başarıdan sonra, aynı dönemde, bölgede hüküm süren, İsmail Zengi ve Böri Gazi komutasındaki Zengi ordusunu da yenerek, Eyyubi devletinin temellerini atmıştır.

Birlik, beraberlik ve hoşgörü sınırları çerçevesinde kazandığı bu büyük askeri başarılar sayesinde Abbasi halifesi, Selahaddin Eyyubiyi Mısır, Suriye, Yemen, Kuzey Afrika ve Filistin’in sultanı ilan etmiştir. Bu durum, Eyyubi Devleti’nin resmen tanındığının da göstergesi olmuştur ve 1171-1252 yılları arasında varlık gösteren Eyyubi Devleti resmen kurulmuştur. Böylece islam dünyasının tek halifesi olan Selahaddin Eyyubinin bu başarıları, müslümanların tek bir otorite altında toplanmasını sağlamıştır.

Selahaddin Eyyubi Kimdir
Selahaddin Eyyubi Kimdir

Selahaddin Eyyubi’nin Askeri Zaferleri

Mısır’ın tek yöneticisi olduktan sonra, müslümanları birleştirerek kendi otoritesi altında toplayan Selahaddin Eyyubinin askeri alanda işi kolaylaşmıştır. İslam birliğini kurmak amacıyla, Filistin, Mezopotamya, Mısır ve Suriye’deki tüm müslümanları birleştirdi. Bilinen en büyük askeri özelliği, ahlaklı, vicdanlı ve cömert olmasıdır. Bu özelliği ile, sağladığı birliği avantaj olarak kullanan Selahaddiin Eyyubi, o dönemde büyük katliam yapan Haçlı ordusunu yenerek en büyük askeri başarısını sağladı.

Haçlı ordusunun silah ve askeri teknikler açısından çok güçlü bir ordu olmasına rağmen Selahaddin Eyyubi, düzenli ve disiplinli bir şekilde mülümanları birleştirerek kurduğu orduyla bu zaferi kazanmıştır. Teknik ve mühimmat açısından oldukça güçlü olan Haçlı ordusu, düzen, disiplin ve komuta birliği açısından zayıftı. Düzenli ordusuyla haçlıları yenerek bölgedeki katliamı durduran Selahaddin Eyyubi Kudüsün fethi ile 1187 yılında haçlılara en etkili darbeyi vurmuştur.

Sağladığı bu başarılar, Selahattin Eyyubinin müslümanlar arasında daha çok sevilip takdir edilmesini sağlamıştır. Yenilgiyi hazmedemeyen haçlı ordusu, üçüncü seferi gerçekleştirmek için harekete geçti. Ellerinde kalan son üç kenti kurtarmak amacıyla, üçüncü sefer için askeri girişimde bulunan haçlı ordusu, tekrar başarısız oldu ve aleyhlerine olan bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı.



Selahattin Eyyubi tarihte, sultanlık hayatını islamiyete hizmete adamış, bu uğurda kazandığı büyük askeri zaferlerle müslümanları bir arada tutmayı başarmış komutan olarak, adı günümüzde de anılan büyük bir komutan olarak bilinmektedir.

Selahattin Eyyubi’nin Başarılı Bir Komutan Olmasını Sağlayan Özellikleri

25 yıl boyunca, hem vezirlik hem de sultanlık yapan ve bu süre içerisinde tüm gücünü müslümanlara hizmet etmek için harcayan Selahattin Eyyubi, eşine az rastlanır komutanlardan birisi olarak tarihe geçmiştir. Sanata ve ilme değer veren yapısıyla, sultanlık yaptığı dönem boyunca alimleri himaye altına almış ve her yönden gelişmiş bir islam devleti için uğraşmıştır. Düşmanların acımasızlığına karşı, merhametli ve adil bir komutandı.

Müslümanlara karşı büyük katliam yapan ve kan döken haçlıları bozguna uğrattığı dönemde bile ele geçirdiği düşman askerlerine karşı iyi niyetli ve merhametli davranmıştır. En büyük silahın birlik ve kültür olduğunu düşünen Selahaddin Eyyubi, farklı ülkelerden alimler getirterek, bölgedeki müslüman halka dersler verdirmiş ve kültürel açıdan gelişmiş bir islam ordusu ortaya çıkarmıştır.

Merhametli ve iyi niyetli olduğu kadar cömertliğiyle de bilinen Selahaddin Eyyubi, Mısır ve Kudüsün fethi ile elde ettiği hazinelerden, kendisi için hiçbir harcama yapmamıştır. Harcamaları, genellikle askeri girişimler için yapmıştır.

Selahaddin Eyyubi, aynı zamanda cesur bir komutandı. En büyük silahı imanıydı. Savaşmak için yeterli ekipmana fazlasıyla sahip olan haçlı ordusunu, tek çatı altında topladığı müslümanlarla bozguna uğratması da, cesaretinin en büyük göstergesidir. En büyük hedefi, müslümanları korumak, islamiyeti yaymak ve birlik altında tutmaktı. Selahaddin Eyyubinin sağladığı başarılar, sadece askeri başarılarla sınırlı değildir.

Kültürel gelişim açısından da, müslümanları geliştirecek ve güçlendirecek birçok girişimde bulunmuştur. Kültürel olarak gelişme sağlamak için, Mısır sultanı olduğu dönemde, farklı mezheplere yönelik eğitim veren medreseler yaptırarak eğitimin önünü açmıştır. Himayesindeki şehirleri, ilim ve sanat açısından gelişmiş birer merkez haline getirmek için, maddi-manevi her türlü imkanı seferber etmiştir. Haçlıların işgali sırasında, zarar gören camilerin tadilatını yaptırmıştır. Haçlıların saray olarak kullandığı Mescid-i Aksa’yı, gerekli tadilat ve restorasyonları yaptırarak tekrar cami haline getirmiştir. Selahaddin Eyyubi, tüm askeri girişimlerini, tamamen müslümanları ve islamiyeti korumak adına yapmıştır.

Şahsiyet olarak, merhametli bir komutan olduğu tüm dünya tarafından Kabul edilen Selahaddin Eyyubi, müslümanlık adına savaşarak büyük askeri başarılar kazansa da, karşısındaki büyük katliam yapan düşman askeri olmasına rağmen, hiçbir zaman gereksiz yere kan dökmemiştir.

Selahaddin Eyyubi’nin Tarihteki Önemi

Selahaddin Eyyubi, 25 yıl boyunca, Mısır ve Suriye sultanlığı yapmıştır. Bu süreyi genellikle, at üstünde ve harp ortamlarında mücadele ederek geçirmiştir. Ortadoğu’da, 88 yıl boyunca  acımasız katliamlar yaparak çok kan döken haçlıları bozguna uğratarak, varlığına son veren Selahaddin Eyyubi, 17 erkek ve 1 kız evlat sahibidir. Eşi ise, İsmet Hatun’dur. İsmet Hatun,  Büyük Selçuklu Devleti’nin Halep atabeyi olan Nurettin Mahmut Zengi’nin eşiydi. Selahaddin Eyyubi, Nurettin Mahmut Zengin’in vefatından sonra dul eşi İsmet Hatun ile evlenmiştir.

Yaşamının çoğu zamanını savaşarak geçiren Selahaddin Eyyubi, 1193 yılında hastalanmıştır. 14 gün hasta olarak yatan Eyyubi, Şam’da vefat etmiştir. 56 yaşında vefat eden büyük komutanın kabri, Şam’dadır.

Bir komutan olarak kazandığı askeri başarılarla, yaşadığı dönemde tüm dünya tarafından takdir edilen Selahaddin Eyyubi günümüzde, Hakkari-yüksekova havalimanına adı verilince tekrar gündeme gelmiştir. Havalimanına adı verilince birçok kişinin kafasında  Selahaddin Eyyubi kimdir ve neden bu havalimanına adı verilmiştir? soruları belirmiştir.

Selahaddin Eyyubinin yaşadığı dönemde, müslümanlığı kurtarmak, yaymak ve birlik altında tutmak amacıyla yaptığı girişimler ve  adalet ile hoşgörü sınırları çerçevesinde kazandığı askeri zaferlerle, bölgedeki kanlı katliamları durdurmasından dolayı ismi, Hakkari-Yüksekova havalimanına verilmiştir. O dönemde sağladığı büyük başarılar ve islamiyet için yaptığı fedakarlıklardan dolayı Selahaddin Eyyubi, tarihin her döneminde adı, onurla anılacak bir komutandı...

Pir Sultan Abdal Kimdir..?


    
Pir Sultan Abdal Kimdir, Kısaca Hayatı
Pir Sultan Abdal Kimdir, Kısaca Hayatı

Pir Sultan Abdal Kimdir

Pir Sultan Abdal, Alevi gelenekleri içinde yetişen bir bektaşidir. Bu yüzden şiirlerinde genel olarak, aşk, tasavvuf ve yaşam mücadelesini dile getirmiştir. Özellikle de Hatayi, Kul Hüseyin ve Kul Himmet’in etkisinde kalmıştır. Bir tekkede yetişmiş olmasına ve bu kültürü almasına rağmen tasavvufun ve tekke düşüncesinin sınırlarını aşmış ve geniş halk kitlelerine seslenmiştir.

Medrese eğitimi almamıştır. Belki de bu yüzden bazı halk şairlerinin aksine Divan Edebiyatı’ndan hiç etkilememiştir. Şiirlerinde her zaman yalın ve duru bir dil kullanmıştır.
Aleviler arasında Yedi Ulular denilen ve şiirleri ile Alevi inancını insanlara anlatan ve Alevilik anlayışına ışık tutan yedi ulu ozan vardır. Pir Sultan Abdal da bunlardan biridir.


Pir Sultan Abdal, yaşadığı dönemde Osmanlı bürokrasisine karşı tutum sergilemiştir ve şiirlerinde bunu dile getirmekten çekinmemiştir. Şiirlerinde hep eski Türk kültürü ve Alevi inancı kendini gösterir.

Etkisi altında kaldığı Hatayi de Yedi Ulular’dan biridir. Aslında Hatayi, ünlü İran hükümdarı Şah İsmail’in kendisidir, ama yazdığı şiirlerde mahlas olarak Hatayi adını kullanmıştır.
Pir Sultan Abdal, Baba İshak ve Baba İlyas’ın Anadolu’da Osmanlı zulmüne karşı başlattıkları özgürlükçü ve onurlu karşı duruşun önde gelenlerinden biridir. İnancı ve siyasi bilinci yanında direnci ile de simgeleşmiş ve Alevilik tarihine damgasını vurmuştur.

Pir Sultan Abdal Kimdir
Pir Sultan Abdal Kimdir

İşin doğrusu deyişleri, 500 yıldan bugüne dilden dile aktarılarak gelen Pir Sultan Abdal hayatı hakkında çok da fazla bilgi bulunmuyor. O dönemde var olan tekkeler ve Alevi Bektaşi dergahları da ozanın yaşamı konusunda bir şeyler aktarmamışlar. Buna belki de ozanın dik başlı ve özgürlükçü duruşunun etkisi vardır. Pir Sultan Abdal kimdir sorusuna biraz da hayatından bahsederek cevap verelim:

Pir Sultan Abdal Hayatı

Asıl adı Haydar olan Pir Sultan, Sivas’ın Yıldızeli ilçesi, Banaz Köyü’nde 1480 yılında doğmuş ve yaşamının büyük bir kısmı bu köyde geçmiştir. Pir Sultan Abdal ası onun mahlasıdır. Onun yaşamı Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın padişahlığına ve Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasap zamanına rastlar. Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde Şah Tahmasap’ın adı sıkça geçer.


Tarihte iyilerin karşısına her zaman kötüler çıkmıştır. Musa Peygamber’in karşısına Firavun, Hz. Ali’nin karşısına Muaviye, Şah İsmail’in karşısına Yavuz Selim nasıl çıkmışsa Pir Sultan Abdal’ın karşısına çıkan da Hızır Paşa’dır. Dünyada insanlar var olduğu andan itibaren, zulüm eden ve zulüm gören hep olmuştur. Pir Sultan Abdal, ortaya koyduğu özü ile, kişiliği ile ve sözleri ile hep bir dava adamı olmuştur. Anadolu’nun bağrından çıkmış gerçek bir ozandır. Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan, dizesi onun mücadeleci ruhunu çok güzel yansıtıyor. Ancak Anadolu’da bu mahlası kullanan birçok halk ozanı olduğu da bir gerçektir.

Bazı kaynaklar, Pir Sultan Abdal’ın, Horasan yöresinden Azarbeycan’a geldiğini ve oradan Anadolu’ya geçerek Banaz Köyü’ne yerleştiğini ileri sürer. Banaz Köyü bugün de kerpiç evleri ile dikkat çekiyor. Bu evlerin bir kısmı soğuktan korunmak amacı ile yarısına kadar toprağa gömülüdür. Bu köyde Pir Sultan Abdal’a ait olduğu söylenen bir ev ve bu evin önünde ozanın yaşadığı zamandan olduğuna inanılan bir söğüt ağacı var. Ayrıca ağacın altında, ozanın Horasan’dan getirdiği sanılan bir değirmen taşı bulunuyor. Köylüler bu yerleri kutsal sayıyorlar.

Pir Sultan Abdal’a yakıştırılan bir efsane var. Bir gün hayvanları otlatırken çimenlerin üzerinde uyur. Rüyasında Hacı Bektaş Veli’yi görür. Ona der ki, senin adın bundan sonra Pir Sultan, adın her yere yayılsın, sazın da sözün de güçlü olsun, Ali’ye inananların hakkını alasın, adını ben verdim, yaşını Allah versin.

Ama bir de Hızır efsanesi var. O dönemde Anadolu halkının yüzde 80’i Alevi’dir. Ama katliamlar ve Yavuz Sultan Selim’in baskıları yüzünden Alevi’ler zor durumdadır. Banaz Köyü’nün halkı da Alevidir. Köyden yaşayan Hızır isimli genç bu durumdan rahatsız. Zamanla Hızır Pir Sultan Abdal’ın gelmiş ve müridi olmuş. Bir süre sonra ona pirim demiş, bana da yardım et büyük adam olayım. Pir Sultan Abdal düşünmüş ve demiş ki, ben dua ederim, Allah yardım ederse büyük adam olursun, belki de paşa olursun ama, bir gün gelir beni asarsın.


Gerçekten Hızır bir süre sonra Paşa olmuş ve Sivas’a vali atanmış. Bir akşam Pir Sultan Abdal’ı çağırmış ve ona yemek çıkarmış. Ancak ozan, yemeklerde kul hakkı olduğunu ileri sürerek yememiş. Hatta bunu köpeklerinin bile yemeyeceğini söylemiş. Hızır Paşa öfkelenmiş ve ozanı hapsetmiş. Ancak niyeti ozanı affetmek. Öfkesi geçince demiş ki içinde Şah’ın adı geçmeyen üç şiir söyle, seni affedeceğim. Ama Hızır Paşa’nın beklediği olmamış. Ozan İran Şahı’nı değil, Şah-ı Merdanı, yani Ali’yi anlatan şiirler söylemiş. Bu onun hayatına mal olmuş. İdamının 1547-1551 yılları arasında olduğu sanılıyor.

Kaşgarlı Mahmut Kimdir..?


    
Kaşgarlı Mahmut Kimdir
Kaşgarlı Mahmut Kimdir

Türk Dili’nin ilk sözlüğü olarak bilinen Divanû Lügati’t Türk adlı eserin yazarı Kaşgarlı Mahmut, 11. yüzyıl bilgin ve dilbilimcilerindendir. Eserleri, tüm dünya tarafından tanınan Kaşgarlı Mahmut’un, günümüzde hala korunan Divanû Lügati’t Türk eseri, tanınmasına en çok vesile olan eseridir. Kaşgarlı Mahmut kimdir, hangi yüzyılda yaşamıştır ve eserleri nelerdir? hakkında merak edilenler için, aşağıdaki yazımızı okuyunuz.

Kaşgarlı Mahmut Kimdir

Halk arasında, Kaşgarlı Mahmut kimdir diye bir soru sorsak, çoğu kişi Divanû Lügati’t Türk’ün yazarıdır der. Evet, Kaşgarlı Mahmut denildiğinde akla gelen ilk yapıt, özellikleri ile anlam ve önemi açısından Divanû Lügati’t Türk’tür. Çünkü bu eser, Kaşgarlı Mahmut tarafından, Araplara Tükçeyi öğretmek amacıyla yazılmış bir eserdir. Karahanlı Türkçesi kullanılarak yazılan eser, dünya genelinde Türk Dilbilimi hakkında yapılan tüm araştırmalara kaynak olmuş bir eserdir. Eser, Kaşgarlı Mahmut tarafından detaylı bir keşif sonrası yazılmıştır.


Yazar öncelikle, o dönemde Türklerin yaşadığı her yeri karış karış gezmiş, onların yaşam tarzı ile örf ve adetleri hakkında bilgiler edinmiştir. Türklerin yaşayışı incelenerek, Türk dili ve gelenekleriyle ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar yer aldığı eser, birçok araştırmada kullanılmış olup, Türk diline olumlu yönde büyük katkılar sağlamıştır.

Kaşgarlı Mahmut, 11.yüzyılda sözlük yazma ve düzenleme işleriyle uğraşan bir dilbimci olarak tanınmıştır. Bu kadar tanınmasına vesile olan şey ise, Türk dili hakkında yaptığı araştırma ve çalışmalardır. Gerçek adı Mahmud Bin Hüseyin Bin Muhammed El Kaşgari olmakla birlikte, Karahanlılar döneminin ilk Türk bilgini ve Divanû Lügati’t Türk’ün yazarı olması, Kaşgarlı Mahmut adıyla anılmasını sağlamıştır.


Kaşgarlı Mahmut’un Yaşamı

Doğum tarihi kesin bilgi olmasa da tarihi kaynaklarda 1008 Kaşgar doğumlu olarak bahsedilen dilbilimci, Karahanlı soyundandır. Karahanlı soyundan Muhammed Bin Hüseyin ile Bibi Rabiy’a Al Basrî’nin çocukları olarak dünyaya gelmiştir. Ailesi önceleri Barsgan şehrinde yaşarken, sonrasında o dönemin önemli kültür merkezlerinden birisi olan Kaşgar’a yerleşmiş. O sıralarda ülkede yaşanan taht kavgaları sebebiyle şehzadelerle birlikte babası zehirlenerek öldürülmüş, Kaşgarlı Mahmut da canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmıştır. Hilelerle tahta geçen İbrahim Han, Kaşgarlı Mahmut’un peşini bir türlü bırakmayarak her fırsatta onu öldürmeye çalışmıştır. Bu nedenle, sürekli yer değiştirerek, her bölgede farklı bir takma adla yaşamak zorunda kalan dilbilimci, Kaşgarlı Mahmut adıyla tanınmıştır.

Kaşgarlı Mahmut, sağlam eğitim alan, asil, bilgili, Arapça ve Farça dillerini bilen, Türk bilimi hakkında da geniş araştırmalar yapmış bir kişiliktir. Türklerin ilk ansiklopedisi ve sözlüğü olarak bilinen eserini ortaya koymak için, 20 yıla yakın bir süresini, Orta Asya, Bağdat gibi Türklerin yaşadığı şehirleri gezmekle geçirmiştir. Türklerin kültürünü yerinde inceleyerek yaptığı araştırmalar sonucu elde ettiği bilgileri, önemli bir kültür merkezi olarak gördüğü Bağdat’a yerleşerek derleyip kaleme dökmüştür.

Divan’u Lügati’t Türk adlı eserini yazdıktan sonra, dünya genelinde tanınan ve önemli dilbilimcilerden birisi olarak kabul edilen Kaşgarlı Mahmut, çeşitli konularda kendisine danışılan, hatta medreselerde çeşitli konularda eğitim veren bir bilgin olarak kabul edilmiştir.

Eserlerini, Türk şehirlerinin her karış toprağını gezerek yazan ve Tükçe’yi resmi dil kabul eden Kaşgarlı Mahmut’a, Karahanlı Devleti her konuda destek sağlamıştır. Sadece dilbilimci değil, ilk Türk haritacısı olarak da bilinen Kaşgarlı Mahmut, etnograf ve filolog kimlikleriyle, asil ve bilgili kişiliğini ortaya koymuştur.


Kaşgarlı Mahmut’un Eserleri

En önemli eseri, Türkçe’nin Arapça ve Farsça karşısında üstün bir dil olduğunu anlattığı Divanû Lügati’t Türk’tür. Bu eser, günümüzde hala muhafaza altınadır. Onun haricinde, Kîtabı Cevâhir el-Nahvi fî Lügati’t Türk adlı bir eseri daha vardır. Kaşgarlı Mahmut bu eserinde de, Türk topluluklarının yaşayışları, Türk şehirlerinin adları, grameri ve gelenek göreneklerini ayrıntılı şekilde anlatmıştır. Ancak ikinci eseri bulunamamıştır.


Kaşgarlı Mahmut’un Ölümü

Kaşgarlı Mahmut, yaptığı gezi ve araştırmalar sonucunda eserlerini yazdıktan sonra, ülkenin önde gelen bilginlerinden birisi olarak tanınmaya başlamıştır. Eserleriyle, dünyaya nam saldığı 1080 yılında, eğitim ve kültür hayatının temellerinin atıldığı Kaşgar’a dönmüştür. Kaşgar’da, önemli bir kişilik olarak karşılanmış, Türk kültürüne olan katkılarını, medreselerde yüzlerce öğrenci yetiştirerek devam ettirmiştir. 1105 yılında hayata gözlerini yuman ünlü dilbilimci, hayatının belirli bir döneminde ders verdiği Mahmudiye Medrese’si yakınlarına gömülmüştür. Ölümünden sonra, ders verdiği öğrenciler tarafından, kendisine duyulan minnetin bir göstergesi olarak mezarı türbeye dönüştürülmüş ve ziyarete açılmıştır. Dört defa restore edilen türbe, Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un türbesi, asil kişiliğine yakışacak şekilde düzenlenmiştir.

Kaşgarlı Mahmut
Kaşgarlı Mahmut

Kaşgarlı Mahmut, islamiyet kabul edildikten sonra Türk milliyetçiliğinin temsilcisi olarak görülmüştür. Türklerin yaşayışı, gelenekleri, görenekleri ve yaşam tarzları hakkında, bizzat Türk şehirlerini gezerek öğrendiği bilgileri, en ince ayrıntısına kadar Divanû Lügati’t eserine yazan Kaşgarlı Mahmut, Türk edebiyatında kendisine unutulmaz bir yer edinmiştir. Eğitim öğretim yaşına geldikten sonra, Sacidiye ve Hamidiye medreselerinde öğrenim görüp, sonrasında kendini Türk dilini incelemeye ve Türkçenin güzelliklerini ortaya çıkararak üstünlüğünü vurgulamaya adamıştır.

Kaşgarlı Mahmut, dünya çapında tanınmasının yanında, yaptığı çalışmalarla bu tanınmayı gerçekten hak eden bir kişiliktir. Aldığı sağlam eğitim, her konuda kendini geliştiren yapısı ve Türkçe’ye verdiği değer sayesinde araştırmacı, dilbilimci, filolog ve haritacı kimliklerinin hepsine aynı anda sahiptir. Türkler hakkında yaptığı araştırmalar ve Türk diline kazandırdıkları sayesinde, her Türk tarafından tanınması gereken birisidir. Zaten eserleri sayesinde sadece Türkler değil, tüm dünya tarafından tanınmaktadır. Türkçe sözlük ve Türkdili deyince akla gelen ilk eser olan Divanû Lügati’t Türk sayesinde, bugünün gençleri bile Kaşgarlı Mahmut’u tanımaktadır.

Divanû Lügati’t Türk

Kaşgarlı Mahmut kimdir denildiğinde, herkesin aklına Divanû Lügati’t Türk gelmektedir. Eserin, içeriği oldukça zengindir. Türk dilinin ilk sözlüğü ve ansiklopedisidir. Türk dilini Araplara öğretmek ve Türkçe’nin diğer dillerden daha üstün bir dil olduğunu vurgulamak amacıyla kaleme alınmıştır. Türklerin yaşayışı, bölge bölge örf ve adetleri ile ilgili bilgiler de, eserde yer alan bilgilerdir. Divanû Lügati’t Türk’te ayrıca, o dönem Türklerin yaşadığını gösteren bir harita da vardır. Eser, Karahanlı döneminde Yusuf Hac Hacib tarafından yazılan ve dönemin bir diğer önemli eseri olan Kutadgu Bilig’le birlikte, günümüze kadar gelmiştir.

Divanû Lügati’t Türk, Kaşgarlı Mahmut’un tanınmasını sağlayan eseridir. Ayrıca, Kaşgarlı Mahmut hakkında bilinenlerin çoğu, eserden alınmıştır. Doğum tarihi ve doğduğu şehir, eserinde kullanıldığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Türkçe haricinde, Arapça ve Farsça’yı da iyi bilmektedir. Eserinde, Türkçe kelimelerin karşılıklarını Arapça olarak göstermiştir.

Kaşgarlı Mahmut hakkında bilinen herşey, eserinde kendinden bahsederken verdiği ipuçlarından alınan bilgilerdir. Kaşgar’da doğup büyüse de, aslen Barsganlı olduğu, eserindeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Yine 11. yüzyılda ve Karahanlı Devleti döneminde yaşadığı, eserinde kendi hakkında anlattıklarından yola çıkılarak elde edilen bilgilerdir. Eserini, Abbasi halifesine sunarken Kaşgarlı Mahmut, Türklerin yaşadığı yerleri bizzat karış karış gezdiğini ve yaptığı derlemelerle Türkçe’nin üstünlüğünü anlattığını ifade etmiştir.

Divanû Lügati’t Türk eserinden sonra Kaşgarlı Mahmut, başta Türk devleti olmak üzere, dünyanın tüm ülkeleri tarafından tanınmış, Türkçeye önemli katkılar sağlayan dilbilimci olarak tarih sayfalarında yerini almıştır..

Çiçero Kimdir, Çiçero’nun Hayatı..


Çiçero Kimdir, Çiçero’nun Hayatı

    
Çiçero Kimdir, Çiçero’nun Hayatı
Çiçero Kimdir, Çiçero’nun Hayatı

Çiçero Kimdir

Çiçero dendiği zaman insanın aklına ilk gelen isim, MÖ 50’lerde yaşamış ve kısaca Cicero olarak tanınan Marcus Tullius Cicero’dur. Romalı bir devlet adamı olan Cicero, aynı zamanda bilgin, hatip ve yazar olarak tanınmaktadır. Felsefe öğrenimi alan Cicero, Yunan düşüncesini sonraki kuşaklara aktaran kişidir. Peki Türk Çiçero kimdir?

Makalemizde sözü edilecek kişi bu Cicero değildir. Arnavut asıllı bir Türk olan İlyas Bazna’dan bahsedeceğiz. 1904 yılında o sıralar Osmanlı topraklarında olan Arnavutluk’ta dünyaya gelen Elyesa Bazna, bugün dünyanın en tuhaf, belki de en komik casusu olarak tanınmaktadır. Ancak yaşamını konu alan bir film çekilmeseydi, Çiçero olarak anılan İlyas Bazna’yı tanıyan ve yaptıklarını bilen bu kadar insan olmazdı.



Çiçero’nun Hayatı

Gerçek ismi ile Elyesa, bir işte sebat gösterecek cinsten biri değildir. Fransa’da bisiklet çaldığı için başı derde girmiş ve hapis bile yatmıştır. Birçok işe girmiş çıkmış, sonunda İstanbul’a gelmiş ve önce Yugoslavya sonra Almanya elçiliğinde uşak olarak çalışmaya başlamıştır. Ancak fazla merakı yüzünden bu işlerden kovulmuştur. Elçiliğe gelen mektupları okuyordu. Bir sonraki işi bu defa İngiliz Elçiliği’nde yine uşak olarak çalışmaktır. Ama bu defa talih ona çok farklı bir gelecek hazırlamıştır. Yıllar sonra en komik casus olarak adlandırılacak ve bütün dünyada tanınmasına yol açacak hikayesi burada başlar. O sırada 40 yaşındadır.

Fazla merakı burada da kendisini rahat bırakmamış ve bir gece gizlice İngiltere Büyükelçisi’nin yatak odasına girmiş ve çantasından çıkardığı çok gizli belgelerin fotoğraflarını çekmiştir. Sonra da Alman Büyükelçiliği’ne giderek bu fotoğraflara karşılık 20 bin sterlin istemiştir. Bu Naziler için büyük bir nimettir ve para hemen ödenir. Yıl 1943 ve İkinci Dünya Savaşı’nın en hareketli günleri. Belgelerde, Türkiye ile İngiltere arasındaki gizli anlaşmalar, İngiliz casusların isimleri, Rusların müttefiklerden talepleri ve daha birçok bilgi bulunmaktadır.

Çiçero kimdir diye merak edenlerin karşısına, gerçekten basit bir yaşamdan bir anda büyük bir casusa dönüşümün hikayesi çıkar. Çiçero adını kendisine takan Almanlar olmuştur. Daha sonra Çiçero’ya yeni bir fotoğraf makinası verilmiş ve getireceği yeni fotoğraflar karşılığında her defasında 15 bin sterlin ödenmesine karar verilmiş. Gelen belgeler olağanüstüdür. Yine de Almanlar şüphe ederler. Hatta Sovyetler’in Nazi işgali altındaki Sofya’yı bombalayacaklarını öğrenmelerine rağmen birşey yapmazlar. Ama bombalama gerçekleşir ve 4 bin kişi yaşamını kaybeder. Bu olay belgelerin doğru olduğunu bir kere daha kanıtlar.

Ancak Çiçero bu işte ustalaştığını düşünüp daha fazla para talep etmeye başlar. Almanya’dan yepyeni sterlinler gelir.

Bu casusluk faaliyetlerinden Almanlar, Türkiye’nin savaş sonuna doğru strateji değiştirdiğini ve İngilizler ile işbirliği yaptığını da öğrenirler. Almanlar için yenilginin kaçınılmaz göründüğü o sırada, İngilizler Trakya’da bir havaalanı yapmayı ve Romanya’daki Alman tesislerini vurmayı planlamıştır. Almanya’nın buradaki petrol tesislerine ihtiyacı vardı. Üstelik Marmara Denizi İngiliz denizaltılarına açılacaktı.

Ancak bu bilgilerin Almanların elinde olması İngilizler’de ve bizde şok yaratmıştır. Ama durum anlaşılmadığı için Elyesa casusluk çalışmalarına devam etmiştir. Diğer yandan yaşam kalitesi giderek artmakta ama bu durum kimsenin dikkatini çekmemektedir. Birikimi neredeyse 300 bin sterlini bulmuştur.


Bu dönemde Almanlar gelen bilgilerin bir kısmını kullanırken bir kısmını dikkate almamışlardır. Casuslar dünyasında da bazı numaralar vardır. Bazı bilgiler gerçektir ama bazı bilgiler ikili oyunda kullanılabilir. Almanlar bir süre sonra Çiçero’dan kuşkulanırlar. Çiçero ikili oynayan bir casus olabilir. Ama böyle bir durum yoktu ve Almanlar belki de tarihin akışını değiştirecek bir fırsatı kaçırmış oldular. Örneğin Normandiya çıkarmasının yapılacağını biliyorlardı.

Bu arada İngiliz ve Amerikan gizli servisleri Ankara’da istihbarat konusunda bir zayıflık olduğunu ve Nazilere bilgi aktarıldığını farkettiler. Ama İngilizler Çiçero’yu da sorgulamışlar ve onu, yabancı dil bilmeyen kafasız biri olarak raporlamışlardır. Ama Çiçero, çelik kasayı bile, alarmın sigortasını çıkararak açabiliyordu. Buna rağmen İngilizlerin çabaları ile Çiçero tutuklanmıştır ama sonra serbest bırakılmıştır. 

Çiçero Ne Demek

Milattan önceki yıllarda yaşamış Cicero’nun, yıllar sonra bir casusun kimliği olarak karşımıza çıkması, bir yandan büyük düşünür ve devlet adamı Cicero’yu bugün anmamıza neden olurken, bir yandan da İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanmış büyük bir casusluk hikayesini bugün gözler önünde sermektedir. Çiçero ne demek anlamak için her iki isimden de bahsetmek gerekiyor.

çiçero kimdir
çiçero kimdir

İlginç olanı şudur ki casusluk yaparken kendisine verilen Çiçero ismini Elyesa Bazna çok sonra öğrenmiştir. Çiçero adı ilk olarak 1950 yılında Almanya Büyükelçisinin kaleme aldığı anılarında ve İngilizlerin bu casusluk olayını açıkladıkları belgelerde yer almıştır.

Elyesa’nın casusluk macerası, elçilikte görevli sekreterin Amerika’ya sığınması ile biter. Birşeylerin açığa çıkmasından endişe duyan Çiçero, istifa eder. Savaş bitince de İstanbul’a taşınır ve evlenir. Müzik öğretmenliği, ikinci el araba alım satımı ve müteahhitlik işleri yapar. Ama beklenmedik bir şey olur. Polisler gelir ve harcamalarda kullanılan paraların sahte olduğunu söyler. Naziler savaş sırasında İngiliz ekonomisini baltalamak için sahte sterlinler basmışlardır. Elyesa’ya yapılan ödemelerde de bu sahte paralar kullanılmıştır. Bunun üzerine Çiçero Almanya’dan tazminat talep eder ama birşey alamaz. Ancak iltica talebi kabul edilir ve kendisine bir maaş bağlanır.

Evet Çiçero kimdir merak edenleri böylesine renkli ve sıradışı bir yaşam öyküsü bekliyor. Elyesa Bazna 1970 yılında, 66 yaşında, Almanya’da yoksulluk içinde ölmüştür. Öldüğü günlerde gece bekçiliği yapıyordu. Kendisine neden böyle bir iş yapıldığı sorulduğunda sadece para için yaptığını söylemiştir. 

Haçlı Seferleri, Nedenleri ve Sonuçları..


    
1. 2. 3. ve 4. Haçlı Seferleri, Nedenleri ve Sonuçları
1. 2. 3. ve 4. Haçlı Seferleri, Nedenleri ve Sonuçları

Anadolu tarihinde, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında çeşitli sebepler kaynaklı Avrupa’dan Asya kıtasına Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Bu seferler uzun bir süreç içinde dört ayrı zamanda dört ayrı sefer olarak gerçekleştirilmiştir.

Haçlı Seferleri Nedir

Haçlı seferleri nedir? Haçlı Seferleri, Anadolu tarihinde Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaşanmış uzun bir zaman diliminde, Hıristiyan Avrupalıların Anadolu toprakları üzerinde Kudüs’e ulaşmak amacıyla yapılmış sosyal ve tarihi bir olaydır. Bu seferler 11. ve 13. yüzyıllar sonları arasında, 1096 ila 1270 yılları arasında yapılmış olup tarihte önemli, bir yere sahiptir.


Haçlı seferleri nedir? Neden gerçekleştirilmiştir? Kısaca Avrupalı Hıristiyanların çeşitli dini, siyasi ve ekonomik nedenler kaynaklı, o zamanlar Müslümanların elinde bulunan Kudüs ve çevresini, Anadolu topraklarında da Urfa, Antakya ve İskenderiye gibi stratejik ve ticari öneme sahip şehirleri ele geçirme gayesi güdülerek gerçekleşmiştir.

”Haçlı seferleri nedir?” sorusuna verilecek bir başka cevap; Avrupalıların Anadolu ve deniz yolu üzerinden uzun yıllar için Kudüs’ü almak hedefiyle başlanmış tarihi bir olaydır. Söz konusu amaç güdülerek bir araya getirilen ordunun giyimlerinde haç işaretinin olmasından dolayı bu seferlere haçlı seferleri denmiştir.

Haçlı Seferleri Nedenleri

Haçlı seferleri nedenleri siyasi, dini ve ekonomik olmak üzere farklı başlığa ayrılır.

Siyasi Nedenler

  • Bizansın Haçlı dünyasını kışkırtıcı politikası
  • Avrupalı kralların eski güçlerini özlemiş olmaları
  • Türklerin Akdeniz’deki varlıklarına son vermek
  • Fransız senyörlerin (derebeyleri) feodalite (derebeylik) sistemini yaygınlaştırmak istemleri
  • Şövalyelerin macera arayışları
Haçlı Seferleri Nedenleri
Haçlı Seferleri Nedenleri

Dini Nedenler

Haçlı seferlerinin nedenleri arasında dini nedenler de bulunur. Bu dini nedenler Hıristiyan dünyasının istek, amaç ve hedefleri doğrultusundaki sebeplerdir. Hıristiyan aleminin inanç esaslarına dayanan haçlı seferlerinin dini nedenleri aşağıdaki gibidir.

  • Hıristiyanlık dünyasının Papanın teşvikiyle yapılmış bu seferler aracılığıyla papanın siyasi gücünü arttırmak istemesi
  • Müslümanları elinde bulunan kutsal topraklar, özellikle de Kudüs’ün Haçlılarca alınmak istenmesi
  • Cennete girmek için Kudüs’ün ziyaret edilmesinin şart olduğu inancı

Ekonomik Nedenler

  • Fakir Avrupalıların zengin Müslüman topraklarında gözünün olması
  • Avrupalı soyluların topraklarını genişletmek istenmesi
  • Doğu ticaret yollarının ele geçirilmek istenmesi
Söz konusu Haçlı seferleri geniş bir zaman diliminde dört ayrı sefer şeklinde düzenlenmiştir. Bu seferlerin her birinin sebep ve sonuçları birbirinden farklı olmasının yanında ortak gaye müslümanların hakimiyetindeki Kudüs’ün Hıristiyanlarca alınmak istenmesidir. Haçlı seferleri nedenleri ve sonuçları ayrı ayrı ele alınacak olursa:

1. Haçlı Seferi (1096 – 1099)

1. Haçlı seferi Avrupa ve Anadolu tarihinde derin iz bırakan ve geniş bir yere sahip meşhur Haçlı Seferlerinin ilkidir. Sefer için düzenlenen orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli ve en dikkat çeken haçlı seferidir. Bu sefer amacına ulaşan tek haçlı seferi olarak tarihe geçmiştir.

1. Haçlı Seferi Nedenleri

1. Haçlı seferi nedenleri bütünüyle büyük Haçlı ordusunun Kudüs’ü almak istemesi ve önemli konuma sahip bazı Anadolu topraklarını işgal etmek istenmesidir.

1. Haçlı Seferi Detayları

1. Haçlı Seferi 1096 ve 1099 yılları arasında gerçekleşir. Sefer için Papa II. Ürben ve Papaz Piyer Lermit’in teşvikiyle 600.000 kişilik düzenli bir ordu hazırlanır. Bu ordu Fransız senyörlerinden Godfruva dö Buyyon komutasına verilir. Bu ordu Anadolu’da İznik’i kuşatır. Bu sırada Malatya’yı kuşatan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan Haçlı ordusunu İznik önlerinde karşılar ve yapılan savaş sonucu I. Kılıç Arslan Anadolu içlerine çekilir. Yapılan bu savaştan zaferle çıkan Haçlılar Eskişehir’e doğru ilerler ve Eskişehir yakınlarında Dorileon Savaşı yapılır. Bu savaşı sayıca fazla olan Haçlılar kazanır. Bundan sonra Türkler gerilla yöntemiyle Anadolu’nun içlerine ilerleyen Haçlıları durdurmak için onları yıpratırlar. Haçlılar Antakya ve Urfa’yı işgal ettikten sonra Kudüs’ü ele geçirmişlerdir.

1. Haçlı Seferleri Sonuçları

  • Haçlı ordusu 600.000’den 40.000’e düşmüştür. Haçlı ordusundaki bu dikkat çekici kayıp önemli 1HaçlıSeferi sonuçları arasındadır.
  • Haçlılar Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olan İznik şehrini alarak Bizans’a vermişlerdir.
  • Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti değişerek Konya olmuştur.
  • Haçlılar Antakya ve Urfa’yı ele geçirip buralarda Haçlı Kontlukları kurmuşlardır.
  • Kudüs’te Haçlılar tarafından Latin Krallığı kurulmuştur.

2. Haçlı Seferi (1147 – 1149)

2. Haçlı seferi kralların da katıldığı ilk haçlı seferi olmasıyla tarihte yerini almıştır.

2. Haçlı Seferi Nedenleri

2. Haçlı Seferi nedenleri Musul Atabeyi olan Nurettin Mahmut Zengi’nin birinci haçlı seferinde kaybedilen ve haçlıların eline geçen Urfa’yı geri almak istemesidir. Musul Atabeyinin bu isteği üzerine Hıristiyanların Avrupa’dan yardım istemeleri 2. Haçlı Seferine sebep olmuştur.

2. Haçlı Seferi Detayları

Haçlı seferlerinin ikincisi olan 2. Haçlı Seferi 1147 ve 1149 yılları arasında gerçekleşmiştir. Papanın çağrısı üzerine Fransız Kralı VII. Louis ve Almanya imparatoru III. Konrad 2. Haçlı Seferi ordularını yönetir ve onların komutasında haçlılar Anadolu’ya girerler. 1. Haçlı Seferinden elde ettikleri sonucun verdiği güvenle ilerleyen haçlı orduları Anadolu’da beklemedikleri bir dirençle karşılaşırlar. Anadolu Selçuklu Komutanı 1. Mesut yönetimindeki Türk orduları gösterdikleri bu dirençle onların başarı elde etmelerini engellemiş olurlar. Bu savaşı Türkler kazanır. Haçlılar çok küçük bir ordu ile Kudüs’e varırlar ama burada varlıklarını koruyamayıp ülkelerine geri dönerler.

2. Haçlı Seferi Sonuçları

Haçlı seferlerinin ikinci grubunu ifade eden 2Haçlı Seferi sonuçları Haçlılar cenahına göre olumsuz bir şekilde sonuçlanmıştır. Suriye’yi almak isteyen Haçlı orduları kıyıdan ve denizden Şam’ı kuşatmışlar ama başarılı olamamışlardır.

3. Üçüncü Haçlı Seferi (1189 – 1192)

3. Haçlı Seferi büyük Avrupa krallarının katılımdan ötürü “Krallar Savaşı” olarak da adlandırılır. Bu minvalde sefer Anadolu tarihinde ses getirdiği gibi Avrupa tarihinde de büyük bir ses getirmiştir.

3. Haçlı Seferi Nedenleri

  • 3. Haçlı Seferi nedenleri başında Kudüs’ün Müslümanların eline geçmesi gelir. Selahattin–i Eyyubi’nin yaptığı Hıttin Savaşında Kudüs kralını mağlup etmesi ve Kudüs’ü alması başlıca sebeptir.
  • Suriye’nin büyük bir bölümünün Haçlı istilasında olması da başka önemli sebeptir.

3. Haçlı Seferi Detayları

3. Haçlı seferi 1189 ila 1192 yılları arasında yaşanmıştır. Tarihe Krallar Savaşı olarak damga vurmuş 3. Haçlı Seferi sosyal hareketliliği Fransa Kralı Philippe Auguste, Alman Kralı Friederich Barbarossa ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard gibi Avrupa’nın önde gelen büyük liderleri katılımıyla gerçekleşir. Alman Kralı Friederich Barbarossa yönetiminde 100.000 kişilik bir Haçlı ordusu ile Anadolu işgal edilmek istenir. Kral, Silifke Çayından geçerken boğulur. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı II. Kılıç Arslan bu orduyu ağır bir yenilgiye uğratır. Bu yenilginin akabinde Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard Akdeniz tarafından Akka’yı kuşatırlar. Fakat kuşatmanın sonrasında Fransa Kralı Philippe Auguste hastalanır ve ülkesine geri döner.

3. Haçlı Seferi Sonuçları

  • 3. Haçlı Seferi sonuçları haçlılar açısından olumsuz bir şekilde sonuçlanmıştır.
  • 1. İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard, Selahattin Eyyubi ile savaştı ve olumlu netice alamadı
  • 2. Hıristiyanlar Müslümanları yakindan tanıma imkanı buldu.

4. Haçlı Seferi (1202 – 1204)

Bütünüyle Haçlı ordusunu olumsuz yönde etkileyen 4. Haçlı Seferi amacı dışına çıkmıştır. Bizans İmparatorluğunun yıpranmasına sebep olmuştur. Bu sefer ile Hıristiyan aleminde popüler iki ayrı Hıristiyanlık mezhebi olan Katolik ve Ortodoksların aralarında kesin bir ayrılık vuku bulmuştur.

4. Haçlı Seferi Nedenleri

Papa 3. İnnocentius’un Kudüs’ü Müslümanların elinden almak istemesi ve Eyyubilerin Yafa ve Suriye’deki bazı şehirleri ele geçirmesi 4. Haçlı Seferi nedenleri olarak söz konusu sosyal hareketliliğin gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.

4. Haçlı Seferi Detayları

4. Haçlı Seferi 1202 ve 1204 yılları arasında olmuştur. Papa 3. İnnocentius Kudüs’e sahip olmak düşüncesiyle bütün Avrupa’yı bu konda sefere davet ve teşvik eder. Haçlı ordusunun komutası İtalyan Bonifacio’ya verilir. Mısır’ı hedefleyen Haçlı ordusu o sıralarda Bizans İmparatorluğundaki taht değişikliği yaşanmasıyla halk ayaklanır, Bizans İmparatoru ile oğlu öldürülür. İstanbulda çıkan isyandan ötürü ordunun hedefi İstanbul’a yönelir. Kasten değil doğal birtakım siyasi sebeplerden ötürü hedefin bu şekilde şaşmasından sonra 4. Haçlı seferi bundan sonra İstanbul şehri üzerinden bazı olaylara sahne olur.

İstanbul’un işgalinden sonra burada Bizans imparatorluğu yerine 1204 ila 1261 yılları arasında varlığını gösterebilmiş Latin imparatorluğu kurulur. Bu devlet Bizanslılar ve Bulgarlar tarafından yıkılır.

Diğer taraftan başarısızlıkla neticelenen 4. Haçlı Seferi sonrası Bizans orduları İznik ve Trabzon’a yerleşir. Bu iki şehirde iki ayrı devlet kurulur. İznik’te İznik Devleti, Trabzon’da da Trabzon İmparatorluğu kurulur. İznik devleti 1261 yılında başarısız haçlı seferinden sonra İstanbul’da kurulmuş olan Latin İmparatorluğunu yıkıp bölgede tekrar Bizans İmparatorluğunu canlandırır.

Bu sırada tarih sahnesinde varlığını gösteren Bizans İmparatoru Aleksi Paleolog İstanbul’da tekrar Bizans İmparatorluğunu kurar. Trabzon İmparatorluğu ise yıllar sonra Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethedinceye kadar varlığını sürdürmüştür.

4. Haçlı Seferi Sonuçları

Hıristiyanlık aleminin tarihe mal olmuş olayı Haçlı Seferlerinin sonuncusu 4. Haçlı Seferi sonuçları itibariyle amacından sapmıştır.

  • İstanbul işgal edildi.
  • İstanbul’da Bizans İmparatorluğu değil Latin İmparatorluğu kuruldu.
  • Bu Haçlı seferinden en karlı çıkan millet Venedikliler olmuştur. Akdenizin en önemli adaları gemilerinin nakliye ücreti karşılığında Venediklilere verildi.
  • Bizans İmparatorluğunun hanedan üyeleri İstanbul’dan ayrılarak İznik ve Trabzon’da iki farklı devlet kurdular.

Haçlı Seferleri Sonuçları

Haçlı seferleri sonuçları siyasi, dini, ekonomik ve kültürel açıdan Anadolu ve Avrupa tarihine derin izler bırakmıştır. Öyle ki söz konusu haçlı seferleri sonuçları etkileri günümüze kadar devam etmiştir.

Haçlı Seferleri Sonuçları
Haçlı Seferleri Sonuçları

Siyasi Sonuçlar

  • Çok uzun vadede yaşanmış bu seferler milletleri ve devletleri etkilemiştir.
  • Derebeylik (feodalite) rejimi zarar görmüş ve zayıflamıştır.

Dini Sonuçlar

  • Hıristiyanlar ile Müslümanlar birbirlerini tanıma imkanı bulmuşlardır.
  • Avrupalı milletleri İslam medeniyetini tanımış ve ondan istifade etmişlerdir.
  • Avrupalılar çok istedikleri Kudüs’ün sahibi olamamışlardır.

Ekonomik ve Kültürel Sonuçlar

  • Pusula, kağıt, matbaa ve barut gibi icatların kullanım coğrafyası genişlemiştir.
  • Oldukça geniş bir coğrafi hareketlilik olduğundan bilimin gelişmesi için de ortam hazırlanmıştır.
  • Avrupa dünyasının kültür hayatı canlanmıştır.

Haçlı seferleri sonuçları bakımından sadece Avrupa’yı ya da sadece Anadolu’yu etkileyen veya bir milleti değil hem batı hem doğudan milletleri etkisi altına almış, sonuçları itibariyle derini tarihi izler bırakmış hem sosyal hem siyasal hem de dini bir sosyal hareketlilik olmuştur. 



Tunguska Olayı Nedir, Tunguska Olayı Sırrı..


Tunguska Olayı Nedir, Tunguska Olayı Sırrı

    
Tunguska Olayı Nedir, Tunguska Olayı Sırrı
Tunguska Olayı Nedir, Tunguska Olayı Sırrı

Tunguska, Rusya’nın Krasnoyarsk Krayı bölgesinde yer alır. Yaşanan Tunguska olayı başta bilim adamları olmak üzere Dünyadaki birçok insanın dikkatini çekmiştir.

Tunguska Olayı

Sibirya’nın orta kesimlerinde bulunan Podkamennaya Tunguska Irmağı yakınlarında meydana gelen büyük gök patlamasına Tunguska Olayı adı verilmiştir. Tunguska Olayı, 30 Haziran 1908 yılında meydana gelmiştir. Patlamanın şiddeti, yaklaşık 10-15 megatonluk bir dinamit kütlesinin patlama şiddetiyle aynı değerde ölçülmüştür. Patlamaya bir kuyruklu yıldız parçasının veya asteroitin havada patlamasının sebep olduğu düşünülmektedir. Ancak bu kesinleşmiş bir bilgi değildir. Ortaya atılan varsayımlara göre cisim atmosfere yaklaşık 100.000 km/sa hızla girmiştir ve ağırlığı 100.000 ile 1.000.000 ton arasındadır.


Patlama bölgesine inceleme yapmak için ilk olarak Rus bilim adamı Leonid Alekseyeviç Kulik gitmiştir. Lenoid, bölgeyi 1927-1930 yılları arasında incelemiştir. Patlamayı uzaktan gözlemleyen kişiler bir ateş topu gördüklerini sonrasında ise yer sarsıntısıyla beraber sıcak rüzgarların oluştuğunu dile getirmişlerdir. Patlamanın sebep olduğu sismik dalgalar, Avrupa’daki sismograflar tarafından saptanmıştır.

Tunguska Olayı Nedir

Tunguska Olayı yaşandığından bu yana birçok kişinin aklında “Tunguska Olayı nedir?” sorusu belirmiştir. Bilim adamları Tunguska Olayı hakkında çeşitli araştırmalar yapmışlardır.

Tunguska Olayı, Tunguska Nehri civarındaki yaşanan büyük patlamaya verilen isimdir. Takvimler 30 Haziran 1908’i gösterirken Tunguska bölgesinde atmosfere dev bir alev topu giriş yapmıştır. Bu alev topu atmosfere büyük bir hızla giriş yaptığı için oldukça büyük bir patlamaya sebebiyet vermiştir. Bu patlamanın şiddetinin büyüklüğü o kadar fazlaydı ki kuzey doğuya doğru uzanan, yaklaşık 600 kilometre uzunluğa sahip tayga ormanını dümdüz bir hale getirmiştir. Patlama sadece bu ormanda değil Dünya’nın tüm noktalarında hissedilmiştir. Tunguska Olayı, tam 3 gece boyunca kuzey yarım kürenin aydınlık olmasına sebep olmuştur. Ayrıca NASA tarafından yapılan açıklamalara göre bu patlama Dünya’nın manyetik alanında değişimler meydana getirmiştir. Bunun yanı sıra tüm Dünya’yı etkisi altına alan akustik ve sismik dalgaların oluşumuna sebep olmuştur.

Tunguska Olayı Nedir
Tunguska Olayı Nedir

Patlamada bir kısmı hala gizemini koruyan birçok ilginç olay bulunmaktadır. Tunguska halkı patlamayı yaşamış olmasına rağmen bölgede bu patlamadan dolayı ölen kimse bulunmamaktadır. Ancak patlamanın şiddetinin etkisiyle bölgede bulunan kişilerde aşırı korku vakaları, bayılmalar ve akıl kayıpları yaşanmıştır. Patlamanın yaşandığı dönemde Rusya’da yaşanan siyasi olaylar nedeniyle patlama gereken ilgiyi görmemiştir. Sadece yerel gazetelerde patlamaya yer verilmiştir. Ancak yıllar sonra sadece Rusya’dan değil, Dünya’nın çeşitli yerlerinden gelen birçok bilim adamı bölgede inceleme yapmıştır. Bilim adamlarının araştırmalar esnasında hiçbir krater izine rastlamamaları olayın daha da gizemli hale gelmesine neden olmuştur. Çünkü kraterin oluşmaması, patlamaya bir gök taşının sebep olduğunu işaret ediyordu.


Tunguska Olayı olarak adlandırılan patlamanın sebepleri günümüzde hala tam olarak bilinememektedir. Bölgede inceleme yapan bilim adamları çeşitli teoriler üretmişlerdir.  Bu teorilerden en yaygın olanı hızla gelen bir kuyruklu yıldızın, Dünya’nın atmosferine fazlasıyla yakın bir şekilde geçip dünyaya çarpması ve bu sebeple de parçalanmasıdır.

Tunguska Olayı Sırrı

Tunguska Olayı, günümüzde hale gizemini korumaktadır. Bölgeye giden bilim adamları “Tunguska Olayı nedir?” diye sürekli sorgulamışlar ancak bu soruya hala kesin bir cevap bulamamışlardır.

Tunguska Nehri civarında yaşanan patlama, 20. Yüzyılın en gizemli kozmik sırrı olarak anılıyor. Patlama, bölge halkında can kaybına sebep olmasa da birçok hayvanın ölümüne sebep oldu. Patlama sonucunda meydana gelen ısının sonucunda ren geyiği sürüleri, çeşitli hayvanlar ve belki de milyonlarca bitki telef oldu. Patlamayı ilginç yapan şeylerden biri de patlamanın ardından ne gama ışını ne de bir nükleer serpinti izine rastlanmamasıdır. Olayın üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen bölgeye giden bilim adamları hala bir teori üzerinde birleşememişlerdir.

Tunguska Olayı Sırrı
Tunguska Olayı Sırrı

Tunguska’da yaşanan patlamaya göktaşının sebep olduğu düşünülse de bu bilimsel bir veriye dayanmamaktadır. Bölgede inceleme yapan bilim adamlarından biri olan Alexei Zolotov’un bölgeye düşen nesnenin meteor olmadığına dair kanıt niteliği taşıyan bir etüdü bulunur. 1970 yıllarında patlamanın sebebinin göktaşı değil, bir kuyruklu yıldız olduğu düşünülüyordu. Fakat bu düşünce de bilimsel verilere dayanmıyordu. Yapılan incelemeler sonucunda patlamanın yaşandığı tarihte hiçbir kuyruklu yıldızın rotasının Dünya’nın yakınından geçmediği saptandı.

Görgü tanıkları, patlamaya sebep olan şeyi dev bir alev topu olarak nitelendirmişledir ve bu alev topunun güneşten bile daha parlak olduğunu ifade etmişlerdir. Patlama, dev ağaçları bile kibrit çöpü gibi yere sermiştir. Hayvanlar yanarak can vermiştir. Tunguska Olayı sonrasında bölge, adeta kömürleşmiş bir çöle dönüşmüştür.


Tunguska Olayı sonrasında tam 19 sene boyunca kimse bu bölgeye yaklaşamamıştır. Bölgede yaşayan halk da başka yerlere göç etmiştir. Göç etmeyen az sayıdaki insan da çeşitli hastalıklara yakalanmış ve bunun sonucunda çoğu ölmüştür. Sovyet yönetimi ilk olarak 1927 yılında araştırma yapması için Leonid Alekseyeviç Kulik adlı maden bilimciyi bölgeye göndermiştir. Kulik, bölgeye tam 6 kez araştırma yapmak için gitmiştir. Bu araştırmalarında bölgede herhangi bir göktaşı izine rastlamamıştır. Ancak araştırmaları esnasında uzaydan düştüğü düşünülen çeşitli küçük parçalara rastlamıştır. Bölgede göktaşı bulunamamasının ardından olay hakkında yeni tartışmalar ortaya çıkmıştır.

Kulik’in yanı sıra bölgeye zaman içerisinde birçok bilim adamı incelemeye yapmaya gitmiştir. Ancak bu incelemeler sonucunda kesin bir sonuca varılamamış, tam tersi farklı teoriler ortaya çıkmıştır. Tunguska Olayı sırrı günümüzde hala gizemini korumaya devam etmektedir.

    



Zaza Ne Demek, Zaza Nedir ..?

Zaza Ne Demek, Zaza Nedir Kısaca

Zazalar, yoğun olarak Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde varlığını devam ettiren ve İranî diller grubuna ait bir dil olan Zazaca’yı konuşan, 4-5 milyon nüfusa sahip etnik topluluktur. Nüfus yoğunluğu olarak üçüncü sırada olmalarıyla Türk toplumunda önemli bir yer tutmaktadırlar. Bu makalede Zazalar kimdir, Zaza ne demek kısaca açıklanarak Zazalar hakkında detaylı bilgi verilecektir:

Zaza Ne Demek

Türk Dil Kurumu (TDK), farklı yörelerde zaza kelimesinin şu anlamlara geldiğini bildirmektedir:


  1. Ardanuç / Artvin yöresinde yabani, kaba, ilkel
  2. Nizip / Gaziantep yöresinde kekeme
  3. Kütahya’da argo olarak pezevenk
  4. Çorum merkezde kaba konuşan anlamları için kullanılır.
  5. Ayrıca Çorumlu Mecitözü ilçesinde de dilsiz anlamında kullanılmaktadır. Görüldüğü gibi kelime ülkemizde her yörede farklı anlamlara gelebilmiştir. Bu manalarla kastedilen Doğu ve Güneydoğu yörelerimizdeki bu topluluğa hakaret etmek değil, sadece sesleri aynı, manaları farklı kelimeler olmasından dolayıdır.



Zaza Nedir

Zazalar etnik bir ırk olup bazıları tarafından Türk, bazıları tarafından Kürt olarak adlandırılır. Bazı eski kaynaklarda Zaza’lara Dümbeli denildiği gibi, dillerine bakılarak «Gûran» da denilmektedir. Gûran ise Gûrî’nin çoğaltılmış şekli olup aldığı «an» eki yardımıyla bu şekli almıştır.

Araştırmacılar bu bilgilere dayanarak Zazaların Türk kökenli olduklarını söylemişlerdir. Bunlardan meşhur tarihçi İbni Haldun, Gurilerin Türklüğünün kesin olduğunu söylemiştir. M. Şerif Fırat’ın «Doğu İlleri ve Varto Tarihi» isimli eserinde Zazaların Türk olduğuna dair deliller verilmiştir. Zazalar, yaşadıkları bölgelerde aşiret sistemini sürdürmektedir. Örneğin Siverek’te yaşayan ZazaIar, beş aşirettir: Karanlı, Bucak, Kırvar, Hasaran ve Bapviran Boyları.


Zazaca Nedir

Zazaca, ülkemizde yukarı Fırat ve Dicle havzasında yaşayan Zazaların (yaklaşık 4-6 milyon kişi) konuştuğu dildir. Türkçe ve Kürtçeden sonra toplumda konuşulan üçüncü dil zazacadır. Ancak bazı araştırmacılar Zazaca ve benzeri etnik dilleri ölüm döşeğindeki hastalara benzetmiş, yani korunmamaları ve genç nesil tarafından kullanılmamaları sebebiyle yok olduklarını söylemişlerdir. Zazacanın en yoğun konuşulduğu bölgeler Tunceli’nin Dersim ilçesi, Bingöl, Elazığ, Erzincan ve Diyarbakır’dır.

Bunlar kadar yaygın değilse de Sivas’ın doğusunda bulunan Koçgiri ve Kangal, Divriği, İmranlı, Zara, Ulaş, Hafik’te, Muş’un Varto’sunda, Siirt’in Baykan ilçesinde, Erzurum’un Hınıs, Tekman, Aşkale ve Çat’ında, Tokat’ın Almus’unda, Malatya’nın Pötürge ve Arapkir’inde, Gümüşhane’nin Kelkit ve Şiran’ında, Adıyaman’ın Gerger ilçesinde, Urfa’nın Siverek ilçesinde, Ardahan’ın Göle ilçesinde, Bitlis’in Mutki ilçesinde, Kayseri’nin Aksaray ve Sarız ilçelerinde, Kars’ın Selim ilçesinde de konuşulmaktadır.

Almanya’da Zaza dili üzerine çalışmalar yapan bir enstitü kurulmuştur. Ülkemizde senelerdir ekranlarda olan Kurtlar Vadisi isimli dizideki Zaza karakterine bu dil kullandırılarak bir parça bu dilin tanınmasına katkı sağlanmıştır. Günümüzde kültürü gelecek nesillere aktarmada medyanın kitaplardan daha fazla etkisi olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak karakterin çizdiği profil için aynı olumlu yorumları yapmak mümkün değildir.


Zazaların Tarihi

Zazalarla ilgili ilk tarihi bilgilere Pers kralı Dara’nın Behistun (Bisutun) adlı Farsça yazıtlarında (M.Ö. 5. yüzyıl/ 520) rastlanmaktadır. Yazıtlarda yukarı Fırat havzası için Zāzāna tabiri kullanılmıştır. Bir diğer kaynak ise ‘Kureyş Şeceresi’ denilen Hicri 730 yılından günümüze ulaşan deri dokümandır. Bu dokümanda birkaç Zaza aşiretinin adı zikredilmektedir.

Zazaların Ermeni kaynaklarında geçen ismi ise Dlmik’tir. Kendilerini kürt olarak tanımlayan Zazalar kürt komşuları için Kurmanc ve Kırdasi isimlerini kullanırlar. Zazaların yaşadığı bölge konumu itibarıyla yüzyıllardır savaşlara tanık olmuş bir bölgedir. Bu nedenle bölgeden yapılan göçler günümüze kadar sürmüş, bu da Zazaların kendi kültürlerini büyük ölçüde yitirmesine neden olmuştur.

Zazaların Dini Nedir

Zazaların dinî inançları, yaşadıkları bölgelere göre farklılık göstermektedir. Örneğin memleketi Dersim, Koçgiri, Erzincan, Kuzey Bingöl, Tekman, Hınıs, Varto, Çat, Sarız, Selim, Göle ve Selim olan Zazalar Alevilik inancına bağlıdır. Bunların dışında kalan yerlerde yaşayan Zazalar ise çoğunlukla Sünni’dir.

zaza ne demek
zaza ne demek

Sünni olan Bingöl merkez, Elazığ, Genç, Hani, Solhan, Lice, Kulp, Ergani, Eğil, Silvan, Baykan, Dicle, Hazro ve Mutki gibi merkez yerleşim alanlarındaki Zazalar Sünniliğin Şafiilik koluna mensuptur. Hanefi olan Zazalar ise çok az olup Siverek, Çermik, Çüngüş, Gerger, Aksaray ve Maden Hanefi Zazaların yerleşim yeridir.

Dersim’de anadilleri Zazaca olan Ermeniler, Gerger’de Zazaca konuştukları bilinen Süryani köyler de vardır. Etnolog Peter Alford Andrews Türkiye’de Etnik Gruplar ismini verdiği çalışmasında Zazaları Kürtlerden ayrı bir etnik grup olarak tanımlamaktadır.


Ayrıca ülkemizde de Zazaların bağımsız bir etnik grup olarak değerlendirildiği çalışmalar vardır. Bunların bazısı doktora tezi, bazısı ise bilimsel makaleler olup şunlardır:

  • Kahraman Gündüzkanat (1997),
  • Kazım Aktaş (1999),
  • Selahattin Tahta (2002),
  • Hülya Taşçı (2006),
  • Gülsün Fırat (2010).

Birçok tarihî kaynakta ise Zazalar Kürt olarak tanımlanmakta, nadir bazı kaynaklarda Türk oldukları iddia edilmektedir. Ayrıca onları inançlarına göre Alevi Zazalar ve Sünni Zazalar olarak iki gruba ayırmaktadır. Zazalar kendilerini çoğunlukla etnik veya dini kökenleriyle tanımlamaktadırlar. Örneğin Koçgiri’dekiler kendilerini Zaza, dillerini Zazaki diye tanımlarlar.

Özellikle siyasî gelişmelerin etkisinde kalan genç kesim kendilerini Zaza, Kürt, Türk, Alevi gibi farklı isimlerle tanımlayabilmektedir. Dersim ve Erzincan’da Tırk kelimesiyle Sünni Türkler, bazen de bütün Sünniler kastedilir.

Bu makalemizde Zaza nedir ele alınmış ve Zazaların tarihî ve dini yapısı konusunda bilgi verilmiştir. Uzun yıllardır Türkiye’nin farklı büyük şehirlerine göç eden Zazalar olduğu gibi, başta Almanya olmak üzere Hollanda, Fransa, Avusturya, İsveç ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerine yerleşen pekçok Zaza vardır.