Thursday, December 3, 2020

Türkiye bir açık hava müzesidir.Sözünü muhtemelen yıllardır duyuyorsunuz. Peki sizce bu sözün doğruluk payı ne kadar var?


Aizanoi Antik Kenti, Kütahya.

Aizanoi Antik Kenti

Aizanoi kenti, antik Frigya’ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim merkeziydi. Zeus Tapınağı çevresinde yapılan kazılarda, MÖ 3.000 yıllarına ait yerleşim izleri açığa çıkarıldı. Helenistik dönemde bu bölge değişimli olarak Bergama’ya ve Bithynia’ya bağlı iken, MÖ 133’de Roma egemenliğine girdi. Zeus Tapınağı, Stadyum-Tiyatro kompleksi ve Macellum’u ile Roma döneminde önemli kentlerden biriydi. Bir tepe üzerine kurulmuş olan ve şehrin önemli dinsel yapısı olarak görülen Zeus Tapınağı dünyanın en iyi korunmuş Zeus tapınaklarından biri. Şehrin kuzeyinde 13.500 kişi kapasiteli stadyum ve 20.000 kişi kapasiteli tiyatronun bir kompleks şeklinde yapılması antik dönemde Aizanoi’den başka hiçbir yerde görülmezken, MS 2. yüzyılın 2. yarısına tarihlenen Aizanoi Macellum’u ise dünyanın ilk borsalarından biri.

Aktopraklık Höyük, Bursa.

Aktopraklık Höyük. 

Aktopraklık Höyük, tam 8.500 yıl öncesinde Bursa’nın Nilüfer ilçesinde kurulmuş bir Neolitik köy. Ayrıca Türkiye’de bu döneme ait gezip zamanda yolculuk yapabileceğiniz nadir yerleşimlerden biri. Kazı ekibi, kazılardan elde edilen bilgiler ve kanıtlarla, o dönemin mimarisini canlandırmış. Yeniden yaratılan köylerden biri 8.500, diğeri 7.500 yıl öncesinin mimari yapısını yansıtıyor. Burayı ziyaret ettiğinizde kazılarda açığa çıkarılan kalıntıların yerinde korunmuş örneklerini görme şansınız da bulunuyor.

Alacahöyük, Çorum.

Alacahöyük. 

Alacahöyük, Çorum’da, Hattuşa’nın (Boğazköy) 36 km. kuzeydoğusunda yer alıyor. Hitit öncesi dönemin önemli şehirlerinden olan Alacahöyük, Hitit döneminde yakınındaki Hattuşa’nın gölgesinde kalmıştı. MÖ 2500 yıllarına kadar giden Hitit öncesi kral mezarlarından çıkan eserler en önemli buluntular arasında. Fakat ayakta kalmış yapılar Hitit dönemine ait. Ortostatlarla kaplı şehir duvarlarının okçular için rampaları da bulunan iç ve dış kapıları mevcut. Hitit dönemine ait iki büyük sfenks tarafından korunan güneydeki anıtsal giriş, iki kule arasında kalacak şekilde düzenlenmiş. Kapı pervazı olarak kullanılan yaklaşık 4 metre yüksekliğindeki yekpare taş dikmelerin yerden yaklaşık 2 metrelik bölümleri sfenks biçiminde yontulmuş. Bu Sfenksli Kapı’dan girilen geniş Hitit yapı kompleksi halen tam olarak kazılmadı. Rölyef ve sfenkslerin çoğu MÖ 14. yüzyıla ait.

Anavarza Antik Kenti, Adana.

Anavarza Antik Kenti

Kozan ilçesi Dilekkaya Köyü’nde bulunan Anavarza (Anazarbos/ Caesarea ad Anabarsum) Antik Kenti’nin tarihi 2100 yıl öncesine kadar gidiyor. Roma İmparatorluğunun Doğu Akdeniz’deki en önemli ordugah merkezleri arasında yer alan ve MS 408 yılında Kilikya başkent unvanına kavuşan Anavarza, kapladığı alan ve diğer önemli özellikleriyle dünyanın en büyük antik kentlerinden biri. 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan kentte bulunan önemli kalıntılar arasında,  1500 metre uzunluğunda 20 burçlu sur duvarı, sütunlu yol, hamam ve kilise, tiyatro, amfiteatr, stadyum, su yolları, kaya mezarları, MS 3. yüzyıla ait deniz tanrıçası Thetys mozaiği, Kilikya Bölgesi’ndeki tek örnek olan 3 girişli zafer takı ve Ortaçağ kalesi yer alıyor.

 Anemurium Antik Kenti, Mersin.

Anemurium Antik Kenti. 

Anemurium’da ilk yerleşimin ne zaman başladığı bilinmiyor. Kentin adı bir liman listesinde geçtiği için MÖ 4. yüzyılda var olduğu biliniyor. MS 1. yüzyılda gelişmeye başlayan Kommagene Krallığı’nın bir bölümü olan Anemurium’da Kral IV. Antiochos’un sikkelerinin basıldığı biliniyor. Kenti çevreleyen surlar da bu dönemde yapılmış. Antik kent zikzaklı sur duvarlarıyla çevrili olup, kale içindeki yerleşim tepeden denize inen bir duvarla ikiye ayrılmış. Kıbrıs’a yakın olması nedeniyle, özellikle Roma Dönemi’nde ara istasyon konumunda olan Anemurium, bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştu. Kentin günümüzde ayakta kalan önemli yapıları bu döneme ait. Parlak dönemi MS 260 yılında Pers ordularının eline geçmesiyle son buldu.

 Ani Ören Yeri, Kars.

Ani Ören Yeri. 

Yüzyıllardır birçok uygarlığa ev sahipliği yapan ve birçok savaşa tanıklık eden Ani, bir zamanlar bölgenin önemli bir merkeziydi. “1001 Kilise Şehri” olarak da anılan Ani’de, bugüne kadar 40 kilise, şapel ve anıt mezar tespit edildi. Kars’a 48 kilometre uzaklıkta, Türkiye-Ermenistan sınırına yakın Arpaçay nehri kenarında bulunan kent, Ermeni Bagratuni hanedanlığı döneminde önemli bir güç ve kültür merkezi olmuştu. Ani’yi çevreleyen surların iç kısmında, tarihi şehrin geniş bir alana yayılmış Bagratuni Ermenilerinden Bizanslılara, Selçuklulardan Gürcülere ve Osmanlılara kadar birçok kalıntıyı görmek mümkün. Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Ani, Ermeni mimarisinin seçkin örnekleriyle beraber, Gürcü ve Selçuklu mimarisinin de örneklerini taşıyor. İpek yolu üzerine kurulmuş olması Ani’yi, döneminin zengin kentleri arasına soktu ve öneminin artmasını sağladı.

Antandros Antik Kenti, Balıkesir.

Antandros Antik Kenti

Antandros Antik Kenti, Edremit’in Altınoluk Mahallesi’ne 2 km uzaklıkta yer alan önemli bir Troas kenti. Mysia ile Troas arasında uzanan yolu kontrol eden stratejik bir konumda yer alan kentin kuruluşu, bazı antik yazarlara göre Troia Savaşı’nın öncesine kadar uzanıyor. MÖ 10. yüzyılda kurulduğu düşünülen antik kentin adı, Atina ile Sparta arasında MÖ 431 yılında başlayan ve MÖ 404 yılında sona eren Peloponnesos Savaşları’nda sıkça geçiyor. Dünyanın ilk güzellik yarışmasına ev sahipliği yaptığı düşünülen ve Roma şehrinin efsanevi kurucusu Aeneas’ın gemilerini inşa ettiği Antandros Antik Kenti mozaikleriyle ünlü. MÖ 7-2. yüzyıllar arasında kullanıldığı anlaşılan nekropolde, lahit mezarların yanı sıra kremasyon (ölü yakma) ve direk toprağa gömü şeklinde bir çok gömü yapıldığı görülüyor. Bu mezarlardan çıkarılan mezar hediyeleri, Balıkesir Müzesi’nde sergileniyor. MS 1. yüzyıla tarihlenen ve duvarlarında fresk bulunan, taban döşemeleri mozaikli bir zengin evi de buluntular arasında.

Antiocheia ad Cragum, Antalya.

Antiocheia ad Cragum. 

Alanya’nın 60 kilometre doğusunda yer alıyor. Antik çağda Dağlık Kilikya olarak bilinen bölgede ve Akdeniz kıyısında bulunuyor. Kent ismini Kommagene Kralı IV. Antiochos’tan almış. Kente ait kalıntılar, denize doğru dik inen üç tepe üzerine yayılmış. Roma ve Bizans Dönemlerinde yerleşim görmüş olan kentte Orta Çağ Kalesi, Agora, Sütunlu cadde, kilise, hamam, anıtsal kapı, tapınak, nekropol alanındaki anıt mezarlar ve triconhos görülebilir.

Aphrodisias Antik Kenti, Aydın.

Aphrodisias Antik Kenti. 

Antik Yunan ve Roma dönemlerine ait en görkemli antik kentlerden biri. İyonik bir Afrodit tapınağının, stadyumun ve bir hamamın kalıntıları uzun zamandır açıktaydı, ancak 1961’den itibaren kazılarla birlikte; tiyatro, odeon, bazilika, market, evler ve hamam, anıtsal bir geçit ve Roma imparatorunun ibadeti için bir kült merkezi gibi yapılar ortaya çıkarıldı. Roma İmparatorluğu döneminde şehir, heykeltıraşları ve heykelleri ile ünlüydü. Mükemmel beyaz ve mavi-gri mermerden oluşan zengin taş ocakları, alanın yaklaşık bir kilometre doğusunda. Tarihte kentin en önemli tanrıçası olan Afrodit’e adanan tapınağı ile ünlü olan Afrodisias, MÖ 2. yüzyıldan MS 6. yüzyıla kadar görkemini korudu. Kentin kesintisiz olarak bu kadar uzun yerleşim görmüş olması, antik dönemde pek çok önemli gelişmeye tanıklık etmesi açısından da önem taşıyor.

 Arslantepe, Malatya.

Arslantepe

Arslantepe, Anadolu’nun en eski saray kompleksi ve birçok dönemde bölgenin ekonomik ve politik yönden merkeziydi. 1932 yılından beri kazı çalışmaları yürütülen Arslantepe, 2011 yılında açık hava müzesine dönüştürülüp ziyarete açıldı. Girişe Kral Tarhunza ile iki aslan heykeli ve duvar kabartmalarının aynı malzemeden yapılmış birebir kopyaları yerleştirildi. Burayı ziyaret ettiğinizde kazı alanındaki kerpiç saray ile duvar bezemeleri ve diğer kalıntıları görebilirsiniz. Höyükte bulunan saray yapısı 2.5 metreye kadar korunagelen kerpiç duvarları, tapınak, depo ve idari odalarıyla gezilebilecek halde. Saray yapısının içerisindeki yürüyüşe eşlik eden panolar, savaşın başlangıcında gücün nasıl ortaya çıktığı, ilk idari sistemin nasıl işlediği ile ilgili açık bir algı oluşmasını sağlıyor. Sarayın ortasındaki koridoru, odaları süsleyen yaklaşık 5.500 yıllık duvar resimleri de tüm canlılığı ile görülebiliyor. 

 Arykanda Antik Kenti, Antalya.

Arykanda Antik Kenti. C: Halil Yavuz

Arykanda Antik Kenti’nin ismi Likya dilinde “Ary-ka-wanda”, “yüksek kayalığın yanındaki yer” anlamına geliyor. Kentte en üst seviyede yer alan yapı, Şahinkaya’nın güney batı eteğindeki gözetleme kulesi. Kulenin güneyindeki üçgen plan veren akropolün kentin ilk yerleşim yeri olduğu düşünülüyor. Bu alanın doğusunda Bouleuterion ve kuzeyinde MÖ 4. yüzyılda inşa edilmiş Güneş Tanrısı Helios adına yapılmış tapınak bulunuyor. Kentin gözetleme kulesinden sonra en üst seviyedeki diğer yapısı MS 1. yüzyılda inşa edilen stadion. Bir alttaki terasta, bölgenin ufak fakat en iyi korunmuş tiyatrosu yer alıyor. En alttaki terasta ise agora ve meclis binası işlevi de veren odeon bulunuyor. Kalıntılara ve Bizans kaynaklarına dayanarak kentin 11. yüzyıla kadar varlığını sürdürdüğü düşünülüyor.

Aspendos Antik Kenti, Antalya.

Aspendos Antik Kenti

Aspendos, sadece Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunagelmiş Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlü. Gelişimini ve Akdeniz ile ulaşımını, yakınındaki nehre ve çevresindeki bereketli topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla tiyatro ve suyolları ziyaret ediliyor. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alıyor. Burada, agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası, anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak görülebilir. Aspendos, Büyük İskender’e hileli yollarla direniş göstermeye çalışsa da sonunda teslim olup, şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu kabul etmişti. İskender’in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi, ünlü tiyatro ve suyollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemiydi.

 Assos Antik Kenti, Çanakkale.

Assos Antik Kenti

Ayvacık ilçesinin yaklaşık 17 km güneyindeki Behramkale Köyü’nde yer alan Assos Antik Kenti, bir volkan konisi üzerinde bulunuyor. Akropol (yukarı şehir) ve güneye doğru inen teraslar üzerinde diğer yapılar yer alıyor. Assos’un çevresi yaklaşık 4 km. uzunluğundaki surlarla çevrili. Şehrin iki ana kapısı olan doğu ve batı kapılarının önünde nekropoller (mezarlıklar) var. En üst noktada yer alan ve tanrıça Athena’ya adanmış tapınak MÖ 525 yıllarına tarihleniyor. Agora, güney yamaçlarında teras üzerinde yer alıyor. Kuzey stoası iki katlı, güney stoası dört katlı. Assos tiyatrosu yaklaşık 5000 kişi kapasiteye sahip. Aktif olduğu zamanlarda Assos, bulunduğu bölgedeki tek büyük limana sahip olduğu için geçen gemiler sayesinde zengin olmuştu. Antik Çağ’ın büyük düşünürlerinden Aristo’nun bu kentte üç yıl yaşamış ve felsefe okulu kurmuş olması nedeniyle felsefe tarihi açısından da önem taşır.

Aşıklı Höyük, Aksaray.

Aşıklı Höyük

Kapadokya bölgesinin ilk yerleşimi olarak bilinen Aşıklı Höyük, günümüzden yaklaşık 10.500 yıl önce, avcı-toplayıcı olarak yaşayan insanların bu bölgeye yerleşmesiyle kurulmuştu. 1.000 yıldan fazla bir süre boyunca iskan gören yerleşim, bitkilerin ve hayvanların evcilleştirildiği bir köy olma özelliğini taşıyor. Aşıklı Höyük’e gittiğinizde, binlerce yıl önce yapılmış evlerin kopyalarının içine girebilir ve kazı alanını gezerek detaylıca bilgi alabilirsiniz.

Blaundus Antik Kenti, Uşak.

Blaundus Antik Kenti

Uşak iline 40 km uzaklıktaki Ulubey ilçesinde yer alıyor. Büyük İskender’in Anadolu Seferleri’nden sonra Makedonya’dan gelenler tarafından kurulmuş ve şehir halkının kendilerine Makedonyalı Blaundus adının verdiği söyleniyor. Kent, Büyük İskender’den sonra Bergama Krallığına ardından da Roma İmparatorluğuna bağlanmıştı. Derin vadilerle çevrili bir yarımada üzerinde yer alan kentin önemli yapıları arasında kale, tapınaklar, tiyatro, stadyum ve kaya mezarları bulunuyor.

 Dara Antik Kenti, Mardin.

Dara Antik Kenti

Mardin’in 30 km güneydoğusunda bulunan Oğuz köyünde yer alıyor. Tarihte Yukarı Mezopotamya’nın en önemli yerleşim yerlerinden birisi olan Dara, İmparator Anastasius‘un (491-518) girişimleriyle 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını Sasanilere karşı korumak için askeri amaçlı bir garnizon kenti olarak kurulmuştur. Kaya içine oyulan yapılardan oluşan ve geniş bir alana yayılan kentin çevresi 4 kilometrelik bir surla korunmuştur. İç kale, kentin kuzeyinde ve 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğünde bulunuyor. Kent içinde kilise, saray, çarşı, zindan, tophane ve su bendi günümüze ulaşan kalıntılar arasında. Ayrıca köyün etrafında tarihleri Geç Roma Dönemi’ne kadar giden mağara evlere rastlanmakta.

 Derinkuyu Yeraltı Şehri, Nevşehir.

Derinkuyu Yeraltı Şehri

Yaklaşık 60 metrelik bir derinliğe sahip ve besi hayvanı ve yiyecek depoları ile birlikte 20.000 kadar insanı barındıracak kadar büyük. Türkiye’nin kazılan en büyük yeraltı şehri ve Kapadokya’da bulunan çeşitli yer altı komplekslerinden biri. Şehrin en az Hitit zamanlarına kadar tarihlendiği düşünülüyor (MÖ 1900-1200). Kazılar sırasında Hitit tarzı mühürler bulundu ve bölgede aslan heykeli gibi Hitit kalıntıları ortaya çıktı. MÖ 1200’de Hitit İmparatorluğu’nun Trak işgalciler tarafından tahrip edildiği saldırılarda yeraltı odalarının sığınak olarak kullanılmış olması mümkün. Daha sonra kompleksler diğer uygarlıklar tarafından genişletildi. Misyoner okullarının, kiliselerin ve şarap mahzenlerinin varlığı, onların Hıristiyan topluluklar tarafından kullanıldığına işaret ediyor.

Didyma Antik Kenti, Aydın.

Didyma Antik Kenti.

Didim merkezde bulunan Didyma, antik dünyanın sayılı bilicilik (kehanet) merkezlerinden biriydi. Miletos’a kutsal yolla bağlı bulunan kentin hazinesi sayılan Apollon Tapınağı, o zamanki adıyla Didymaion, MÖ 560’ta inşa edildi. Uzun süre Brankhidler adı verilen aile tarafından yönetilen tapınak MÖ 494’te Pers saldırıları sırasında yerle bir oldu. Büyük İskender MÖ 334’te Miletos’u aldıktan sonra kehanet merkezinin yönetimi Miletos kentine verildi ve yıkılan tapınağın temelleri üzerine, İon dünyasının en büyük tapınaklarından birinin yapımına başlandı, ancak ölçüleri çok büyük tutulan tapınağın yapımı tamamlanamadı.

 Efes Antik Kenti, İzmir.

Efes Antik Kenti.

MÖ 5. binyıla kadar giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynayan Efes Antik Kenti, antik dünyanın en önemli merkezlerinden biriydi. Asya ve Avrupa arasında bir geçiş güzergahı ve önemli bir liman kentiydi. Konumu ile çağının en önemli politik ve ticaret merkeziydi. Helenistik ve Roma dönemlerinde en ihtişamlı zamanlarını yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti’nin başkenti olmuş ve nüfusu 200.000 kişiyi aşmıştı. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatıldı. Efes Antik Kenti’nin günümüze ulaşmış en ilgi çeken yapılarından biri hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenen Celsius Kütüphanesi. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştı.

 Gordion, Ankara.

Gordion

Frig Krallığı’nın politik ve kültürel başkenti Gordion, Ankara’nın Polatlı ilçesine bağlı Yassıhöyük’te bulunuyor. İlk yerleşim izleri Erken Bronz Çağı’na (MÖ 3000) kadar uzanan kent, antik dünyanın başlıca merkezlerinden biriydi. Adını Frigler’in kralı Gordias’dan alan kentin, en güçlü zamanını efsanevi Kral Midas zamanında yaşadığı düşünülüyor. Höyüğün hemen doğusunda yer alan Gordion Tümülüsleri ise antik dünyanın en önemli nekropollerinden birisi. 53 metre yüksekliğiyle Anadolu’nun en büyük ikinci tümülüsü olan Midas Tümülüsü burada yer alıyor. Midas Tümülüsü olarak bilinmesine rağmen, bu yapının Gordion kentinin kurucusu ve Midas’ın babası Gordias’a ait olduğu düşünülüyor. Mezar odası neredeyse üç bin yıllık ağaç gövdelerinden oluşuyor. Aynı zamanda Büyük İskenderin, Pers ordusunun üzerine gitmeden önce büyük ihtimalle Gordion’da konakladığı düşünülüyor. Meşhur Gordion düğümünün de bu ziyaret esnasında kesildiği söylenmekte.

 Göbeklitepe, Şanlıurfa.

Göbeklitepe

Şanlıurfa’da yer alan ve 12.000 yıllık anıtsal mimarisiyle göz kamaştıran Göbeklitepe. Henüz tarım yapmaya başlamamış avcı toplayıcı insan gruplarının inşa ettiği Göbeklitepe’deki T biçimli dikilitaşların en büyüğünün ağırlığı 16 tonu aşıyor. Bu taşları yontmak ve yakındaki taş ocağından taşımak, çok sayıda insan ve hepsini doyuracak miktarda yiyecek gerektiren zorlu bir organizasyon gerektiriyor. Burada şimdiye kadar yapılan kazılarda bu insanların yerleşik bir hayat sürdüğüne dair bir kanıt bulunamadı. Bu yüzden Göbeklitepe’nin dönemsel bir toplanma ve şölen yeri olduğu düşünülüyor.

Hattuşa (Boğazköy) Ören Yeri, Çorum.

Hattuşa.

Mısır, Babil ve Mitanni gibi Eski Doğu’nun büyük güçlerinden biri olan Hititler, yaklaşık MÖ 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük bir kısmına hükmetmişlerdi. Bu imparatorluğun başkenti Hattuşa, Çorum’un 82 kilometre güneybatısında, Boğazkale ilçesinde. Hattuşa’nın en büyük ve en etkileyici kutsal mekanı, şehrin dışında yer alan, yüksek kayalar arasına saklanmış Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı. Tapınakta 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürünü yaratıklar kaya yüzeyine işlenmiş.

 Hierapolis Antik Kenti, Denizli.

Hierapolis Antik Kenti. Shariful Hafizal

Pamukkale Travertenlerin hemen yanında tüm görkemiyle ayakta duran Hierapolis Antik Kenti’nin kalıntılarının büyük bölümü Roma dönemine tarihleniyor. Bu dönemde Hierapolis bir termal sağlık merkezi gibi görev yapmış ve şifalı olduğuna inanılan kaynakları binlerce yıl boyunca Anadolu’nun farklı yerlerinden gelip sağlık ve güzellik arayan kişiler tarafından ziyaret edilmişti. Buradaki Roma Hamamı, günümüzde arkeoloji müzesi olarak kullanılıyor. Hierapolis ve yakın çevresindeki kazılarda ortaya çıkarılan heykeller ve diğer kalıntıları burada görebilirsiniz. Antik tiyatro, tapınaklar, anıtsal çeşmeler, mezarlar, agora ve gymnasium gibi yapıları da hala ayakta. Hierapolis, Hristiyanlık açısından da kutsal bir yerleşim. Bu kutsallığın en önemli nedeni İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Phillippus’un burada öldürülmüş olması ve mezarının da burada bulunması. 

 Kaymaklı Yeraltı Şehri, Nevşehir.

Kaymaklı Yeraltı Şehri

Bu ilginç yeraltı şehri, Nevşehir’e 20 km. mesafede bulunan Kaymaklı kasabasında yer alıyor. Sekiz katlı yapının ilk katı erken döneme tarihleniyor. Roma ve Bizans dönemlerinde de diğer alanların oyularak genişletilmesi suretiyle yeraltı şehri haline dönüştürülmüş. Bugün dört katı ziyarete açık olan ve tüf kayalara oyulmuş bu yeraltı şehri, belli bir topluluğun geçici olarak yaşayabilmesi için gerekli barınma şartlarına sahipti. Dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taşları bulunuyor. Söz konusu yapı, Türkiye’nin her yıl en çok ziyaretçi çeken alanları arasında yer alıyor.

Kaunos Antik Kenti, Muğla.

Kaunos Antik Kenti

Kaya mezarlarıyla ünlü olan Kaunos Antik Kenti, ticari açıdan önemli bir liman kentiyken zamanla denizin alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetmiş. Kentin kalbini oluşturan akropol 152 metre yükseklikteki tepeye kurulu. 33 oturma sırası bulunan tiyatro akropolün eteğinde bulunuyor. Tiyatronun batı yönündeki yapı kalıntılarından biri bazilika tipi kiliseye ait, kentteki diğer kalıntıları ise Roma hamamı ve tapınaktan geri kalanlar oluşturuyor. Dalyan’dan da görülebilen kaya mezarları MÖ IV. yüzyılda yapılmış, daha sonraları Roma döneminde de kullanılmış. İskeleden görülebilen kayalara oyulmuş kovuklar, Kaunos’a yük taşımak için antik limana yanaşan gemilere fener görevi gören dev ateşlerin yakıldığı yerlerdir. Tarihin babası Heredot’a göre Kaunoslular Karia’nın yerli halkındandı ama kendilerini Giritli sayıyorlardı. Coğrafyacı Strabon da Kaunos’un tersanesinin ve ağzı kapanabilen bir limanının bulunduğunu yazıyor. Kentin limanı akropolün aşağısındaki Sülüklü Göl’dü. O zaman deniz Kaunos’un akropolüne kadar gelmekteydi.

 Kibyra Antik Kenti, Burdur.

Kibyra Antik Kenti

Miliaslı kolonistlerce MÖ 300’lerde Pisidia-Karya-Frigya ve Likya arasında, bugünkü Gölhisar ilçesinde kurulmuş köklü bir devlet geleneğine sahip Kibyra Antik Kenti, stadyumu, meclis binası, agorası ile oldukça önemli bir antik kent. MÖ 1. yüzyıldan itibaren stadyumunda gladyatörlere gösteri yaptırılan antik kentteki kazılarda üzerinde gösteri dövüşlerinin canlandırıldığı çok sayıda gladyatör frizleri bulundu. “Gladyatörler kenti” olarak da bilinen kentin stadyumuna doğru nekropol alanından geçen anıtsal bir yol üzerinde gladyatörlere ait mezarlar bulunuyor.

 Knidos Antik Kenti, Muğla.

Knidos Antik Kenti

Datça ilçesinde bulunan bir antik kent, bilime, sanata önem vermesi ve bu alanda önemli insanlar yetiştirmesi açısından önemli. Astronomi ve matematik alanında ünlü bilim insanı Eudoksus, tıp bilim insanı Euryphon, ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’ın Knidoslu olduğu düşünülüyor. Ayrıca şehir yönetimi Pers’lerin istilasından korktukları için yarım adayı tamamen ada haline getirmek isteyip başarısızlıkla sonuçlanan bir projeye kalkışmıştı. Günümüzde bu antik kentte görülecek yapılar arasında, yuvarlak tapınak, Dionysos Stoası ve Tapınağı, Apollon tapınağı, Bolukrates Çeşmesi ve yaklaşık 5.000 kapasiteli küçük tiyatrosu yer alıyor.

 Laodikeia Antik Kenti, Denizli.

Laodikeia Antik Kenti

Helenistik kentin MÖ 3. yüzyılın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulduğu söyleniyor. MÖ 130-129 yılında ise bölge tamamen Roma’ya (önce Cumhuriyet, sonra İmparatorluk) bağlanmış. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahip olan kent, Erken Bizans Dönemi’nde metropol seviyesinde dini bir merkez haline gelmiş. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan kentin önemli ve günümüze kadar gelebilen yapıları içinde; Anadolu’nun en büyük stadyumu, 2 tiyatrosu, 4 hamam kompleksi, 5 agorası, 5 nymphaeumu, 2 anıtsal giriş kapısı, Bouleuterionu, tapınakları, Peristylli evleri, Latrina, kiliseleri ve anıtsal caddeleri sayılabilir. Kentin dört tarafını ise nekropol alanları çeviriyor.


Magnesia ad Maeandrum, Aydın.

Magnesia ad Maeandrum

Magnesia, gönül rızası ile Büyük İskender’le birleşene kadar (MÖ 334) Perslerin yönetiminde, daha sonra da onun komutanları tarafından kurulan Helenistik dönem krallıklarından, önce Seleukos krallığının (MÖ 240), daha sonra da Bergama krallığının (MÖ 189) hâkimiyetindeydi. Bu yıllar kentin en görkemli dönemleriydi. Kent, Priene, Ephesos, Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konumda kalıyor. MÖ 133 yılında Bergama krallığının vesayet yoluyla Roma imparatorluğuna bağlanmasıyla Magnesia da Anadolu’daki Roma kentlerinden biri haline gelmiş. Kentin baş tanrıçası Artemis’e adanan Artemis Tapınağı ve kutsal alanı, Helenistik dünyanın en güzel örneklerinden biri. Kent, aynı zamanda dünyanın en büyük stadionuna ev sahipliği yapıyor. Agorası, Pausanias’ın “Ionik Agora” olarak tanımladığı örneklerin başında geliyor. Çarşı bazilikası, kiliselere öncülük eden planın en erken örneklerinden biri.


 Metropolis Antik Kenti, İzmir.

Metropolis Antik Kenti

Ana tanrıça kenti anlamına gelen Metropolis’te ilk yerleşim izleri günümüzden 5000 yıl önceye, Erken Tunç Çağı’na dayanıyor. Helenistik dönemde Tiyatro, Stoa, Bouleuterion (Meclis Binası) gibi anıtsal kamu binaları inşa edildi ve kent surlarla çevrildi. Roma döneminde de kent gelişimini sürdürdü. İzmir-Efes yolu üzerinde olmasından dolayı, ticaret ve gümrük en önemli gelir kaynağı haline geldi. MS 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı Strabon’a göre, Metropolis’in şarabı çok ünlüydü. Bu dönemde, imparatorluk geleneğine uygun zengin evleri, atölyeler, dükkanlar, Hamam ve Gymnasium yapıları inşa edildi. Bizans döneminde Piskoposluk Merkezi olan kent, imparatorluğun durumuyla bağlantılı olarak gerilemeye başladı. 14. yüzyılda, Türk akınlarına karşı yapılan kale, antik yapıların üzerinde yer alır. 15. yüzyıldan sonra ise yerleşim terk edilmiş ve Torbalı Ovası’na taşınmıştır.

Miletos Antik Kenti, Aydın.

Miletos Antik Kenti

Milet, Söke ilçesi sınırları içerisinde yer alıyor. Milet kuruluşunda bir liman kenti olmakla beraber, Büyük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla liman doldurulduğu için bugün denizden daha içeride bulunuyor. Milet’in ticari ve kültürel yönden yaşadığı altın çağ; MÖ 494 yılındaki Lade Savaşı’nın ardından kentin Perslerin eline geçmesi ile son buluyor. Kentte bulunan yapılar arasında 15.000 kişilik kapasitesi olan Roma tiyatrosu, MS 1. yüzyılda inşa edilmiş Roma hamamları, ana dini merkez olan Delphinion, Kuzey Agora, MS 1. yüzyıla ait Ionik Stoa, Capito hamamları, Gymnasium, 2. yüzyılda inşa edilen Bouleterion, 164×196 m. boyutlarındaki Güney Agora, MS 2. yüzyılda yapılan Faustina Hamamı yer alıyor. Bugün tiyatronun üçüncü katı yerinde, Bizans ve Osmanlılar zamanında kullanılmış bir kalenin kalıntıları yükseliyor.

Myra Antik Kenti, Antalya.

Myra Antik Kenti. 

Demre İlçe merkezinde ve civarında yer alan Myra Antik Kenti’nin denizle bağlantısı, Myros Nehri’nin (Demre Çayı) batısındaki ulaşıma elverişli kanal ile sağlanmaktaydı. Kanalın diğer yanında yer alan Antik Andriake Limanı’ndan da bölgenin deniz ulaşımı ve ticareti yürütülmekteydi. Myra Antik Kenti özellikle Likya Dönemi kaya mezarları, Roma Dönemi tiyatrosu ve Bizans Dönemi Aziz Nikolaos Kilisesi (Noel Baba) ile ünlü. Kaya mezarları, Likçe yazıtları ve sikkeler, Myra’nın en azından MÖ. 5. yüzyıldan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Strabon’un verdiği bilgiye göre Likya Birliğinin altı büyük kentinden biri olan Myra, Likçe yazıtlarda Myrrh adıyla anılıyor. MS 2. yüzyıl Myra’nın büyük bir gelişmeye sahne olduğu dönemdi. Likya Birliğinin Metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştı. Bizans Döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olmuştu.

Nemrut, Adıyaman.

Nemrut

Nemrut Dağı’ndaki Hierothesion, Kommagene Krallığı’nın (MÖ 109-MS 72) en parlak döneminde hükümdar olan Kral I. Antiochos (MÖ 69–32) döneminde inşa edilmiş. Merkezde bir tümülüs ve onu doğu, batı ve kuzey yönlerde çevreleyen üç teras bulunuyor. Doğu ve batı teraslarında Antiochos ile tanrı-tanrıça heykellerinin yanı sıra aslan ve kartal heykelleri konumlanmış. Batı terasında eşsiz bir aslanlı horoskop yer alıyor. Heykeller Helenistik, Pers sanatı ve Kommagene ülkesinin özgün sanatı harmanlanarak yontulmuş. 

Olympos Antik Kenti, Antalya.

Olympos Antik Kenti

Kesin kuruluş tarihi bilinmese de, MÖ 167–168 yılarında basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçen Olympos, Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip altı şehirden biriydi. Kentin günümüze ulaşmış kalıntılarının çoğu orman içinde ağaç ve çalılarla örtülü olup Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait. Antik dönemde kenti ikiye bölen nehir yatağı bir kanal içine alınarak her iki yakası da iskele olarak kullanılmış ve köprü ile birbirine bağlanmıştı. Bugün köprünün bir ayağı hala yerinde duruyor. Nehir ağzına yakın bir yerde küçük ve dik akropolde geç dönemlerden kalan yapı kalıntıları yer alıyor. Irmağın güney kıyısındaki Hellenistik temelli ve Roma onarımlı küçük tiyatro oldukça harap durumda olsa da, girişin bir yanı iyi korunmuş.

 Patara Antik Kenti, Antalya.

Patara Antik Kenti

Fethiye-Kalkan arasında Xanthos vadisinin güneybatı ucunda bugünkü Ovagelemiş Köyünde yer alıyor. Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biridir. Şehrin günümüz kalıntılarına giriş, MS 100 yıllarına tarihlendirilen görkemli ve çok iyi korunmuş Roma zafer takından yapılmakta. Takın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanır. Kentin en güney ucundaki tiyatronun depremden sonra MS 147 yılında yeniden inşa edildiği yazıtlardan anlaşılıyor. Şehrin diğer kalıntıları arasında Vespasian Hamamı, Korinth Tapınağı, ana cadde, liman ve tahıl ambarı sayılabilir.

Pergamon Antik Kenti, İzmir.

Pergamon Antik Kenti. 

Kale Dağı’nın tepesindeki Pergamon Antik Kenti, anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneklerinden birini temsil ediyor. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı, Dionysos Tapınağı, agora ve gymnasion yapıları bu planlama sisteminin ve dönem mimarisinin en seçkin örnekleri arasında. Helenistik Bergama Krallığının başkenti olan kent, aynı zamanda önemli bir eğitim merkeziydi.

Perge Antik Kenti, Antalya.

Perge Antik Kenti

Hitit Dönemi’nde varlığını sürdürdüğüne inanılan ve “Parha” diye bilinen kent, Roma Dönemi’nde Anadolu’nun en düzenli kentlerinden biri olmuştu. Mimarisi ve mermer heykeltıraşlığı ile ünlü olan antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykeller Antalya Müzesi’ni en önemli heykel müzelerinden biri haline getirdi. Perge şehir planının esasını biri doğu-batı, diğeri ise kuzey-güney yönünde uzanan iki ana cadde oluşturuyor. 15.000 izleyici kapasiteli tiyatro oldukça iyi korunmuş durumda. Oturma yerlerinin karşısında yer alan özenle dekore edilmiş iki katlı sahne binası MS 2. yüzyılda inşa edildi. Kentin antik çağdaki görkemini yansıtan diğer yapılar arasında dikdörtgen planlı agora, yüksek kuleler, anıtsal çeşmeler, hamamlar ve sütunlu caddeler yer alıyor.

 Phaselis Antik Kenti, Antalya.

Phaselis Antik Kenti

MÖ 7. yüzyılda Rodoslu kolonistlerce kurulduğu söylenen Phaselis Antik Kenti, günümüzde Antalya Kemer yakınlarında bulunuyor. Bazen Likya bazen Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilen ve üç limana sahip olan kent, gerçekte her iki bölgenin sınırları arasında da yer alıyordu. Günümüze ulaşan kalıntılar çoğunlukla Roma ve Bizans dönemine ait. Bunlar şehrin ana aksını oluşturan ve Kuzey-Güney limanlarını birleştiren ana caddenin iki yanında sıralanıyor. Cadde, agora ile tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturuyor. Meydanın güneydoğu köşesinde basamaklar tiyatro ve Akropole ulaşımı sağlıyor. Kentin tiyatrosu küçük boyutlu tipik bir Helenistik dönem tiyatrosu. Kuzey limanı arkasındaki yamaç ise şehrin mezarlık alanı. Günümüze ulaşan en anıtsal yapı su kemerleri. Şehrin diğer iki önemli kalıntısı ise şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısı.

Priene Antik Kenti, Aydın.

Priene Antik Kenti

Priene, Samsun Dağı’nın güney yamacında, Söke ilçesinin 15 km güneybatısına kurulmuş önemli antik kentlerden biri. 370 metre yükseklikteki sarp bir kaya üzerine kurulması, kente saldırılara karşı savunmada avantaj sağlamış. Priene hakkındaki ilk bilgilere ise antik kaynaklarda MÖ 7. yüzyıl ortalarında rastlanılıyor. Athena Tapınağı kentin en eski ve en görkemli tapınağı. Bu tapınak aynı zamanda dünyanın yedi harikasından biri olan Bodrum’daki Halikarnas Mozolesi’nin de mimarı olan dünyaca ünlü Pythius tarafından MÖ 4. ve 2. yüzyıllar arasında inşaa edildi.

Sagalassos Antik Kenti, Burdur.

Sagalassos Antik Kenti

Burdur’un Ağlasun ilçesinde bulunan Sagalassos Antik Kenti, antik dönemde Pisidia olarak bilinen bölgede yer alıyor. İlk yerleşim izleri günümüzden 12.000 yıl öncesine kadar gittiği Sagalassos Antik Kenti, orijinal yapı taşlarının neredeyse tamamının bulunabildiği anıtsal yapıları ile iyi korunarak günümüze kadar ulaşabilmiş. 1000 yıllık seramik üretimi ile Sagalassos, antik dönemlerdeki en uzun süre seramik üretimi yapan merkezlerden biriydi. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan antik kentin en göze çarpan yapılarından biri tiyatrosu ve Antoninler Çeşmesi. Antoninler Çeşmesi MS. 161-180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılmış ve tanrı Dionysos’a ithaf edilmişti. Kent, MÖ 333 yılında kanlı bir savaşla Büyük İskender’in eline geçti. Sonrasında, önce Seleukosların, sonra Bergama Krallığı’nın, Roma Cumhuriyeti’nin, Galat Kralı Amyntas’ın eline geçti. İmparator Augustus sayesinde tekrar Roma İmparatorluğu’na katıldı.

Sardes Antik Kenti, Manisa.

Sardes Antik Kenti

Lidya Devleti’nin başkenti olan Sardes Antik Kenti, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim merkeziydi. Tarihte devlet güvencesinde paranın ilk basıldığı yer olarak bilinen Lidya döneminin Sardes Kenti, tarım, hayvancılık, ticaret ve Paktolos (Sart ) Çayı’nda yapılan altın madenciliği sayesinde zengin bir kent olmuştu. MÖ 7. yüzyıldan başlayarak MS 7. yüzyıl erken Bizans dönemine kadar süren 14 yüzyıl boyunca Sardes gerek ulaşım, gerekse idari ve ticari bakımdan önemli bir kentti. Günümüzde ayaktaki yapıları Sinagog ile Gymnasion’dan oluşuyor. Sinagog MS 3. yüzyılda inşa edilmiş bir yapı. Gymnasion ise Sinagog’un hemen yanında yer alıyor. Gymnasion’un süslü doğu cephesinin MS 3. yüzyılın başında inşa edildiği anlaşılıyor. Bu iki yapının kenarı boyunca uzanan kemerli dükkanlar Bizans Dönemi’ne tarihleniyor.

Side Antik Kenti, Antalya.

Side Antik Kenti

Antalya’nın Manavgat ilçesinde, Pamphylia’da yer alan önemli kentlerden olan Side Antik Kenti’nin geçmişinin Geç Hitit Dönemi’ne kadar uzandığı tahmin ediliyor. Antik dönemde ulaşımın büyük oranda denizden sağlanması ve ticaretin deniz ulaşımına bağlı olması, şehrin gelişiminde ve yaşamında önemli rol oynuyordu. Side, MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Lidyalıların, MÖ 547-546’da da Perslerin egemenliğine girdi. Pers yönetiminde gelişen kent, MÖ 334’te Büyük İskender’e teslim oldu. İskender’in ölümünden sonra Antigonus’un (323-304), Ptolemaioslar’ın (301-215) ve MÖ 215’ten sonra da Suriye Krallığı’nın kontrolü altına girdi.

Soli Pompeiopolis, Mersin.

Soli Pompeiopolis Antik Kenti

Mersin’in Mezitli ilçesindeki Viranşehir mahallesinde bulunan ve MÖ 700’lü yıllarda Rodoslu koloniciler tarafından kurulan Soloi Antik Kenti, Kilikya tarihinin önemli liman kentlerinden biri. Helenistik dönemde Seleukos egemenliğinde olan ve parlak bir dönem yaşayan kent, MÖ 1. yüzyılda yönetimin zayıflamasıyla korsan yağmalarına maruz kalarak zayıfladı. MÖ 78 yılında Pompeius kumandasındaki Roma İmparatorluğu ordusunun eline geçti. Grekçe Soloi , Latince Soli olarak kullanılan ve “Güneş” anlamına gelen kentin adı, bu olaydan sonra Pompeiopolis (Pompeius’un kenti) olarak değiştirildi. 3 bin yıllık antik kent, bugüne kadar ortaya çıkarılan liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol, su kemeri gibi yapılarıyla dönemin parlak şehirlerden biri olarak dikkat çekiyor.

 Stratonikeia Antik Kenti, Muğla.

Stratonikeia Antik Kenti

Bünyesinde bulunan gladyatör okulu nedeniyle Gladyatörler Şehri olarak adlandırılan antik kent, kapladığı 7 kilometrelik alanla dünyanın en büyük mermer kentleri arasında gösteriliyor. Antik Çağ, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait geniş yelpazede kalıntılara sahip olan antik kentte günümüze en sağlam ulaşan yapılar arasında Selçuklu hamamı ve Osmanlı dönemine ait Şaban Ağa Camisi bulunuyor. MÖ 3. yüzyılda kurulan antik kente, Seleukos kralı I. Antiokhos tarafından karısı Stratonike’nin adı verilmişti. Hellenistik Dönem boyunca, Seleukos, Ptolemaios, Makedonyalılar, Rodos ve Roma arasında el değiştiren Stratonikeia, MÖ. 130/129 yılında tamamen Roma’ya bağlanmıştı. Antik çağ coğrafyacısı ve gezgini Strabon’a göre kent, çok güzel yapılarla donatılmıştı.

Termessos Antik Kenti, Antalya.

Termessos Antik Kenti, denizden ortalama 200 metre yükseklikte, Antalya dağları çevresindeki travertenlerden 1665 metre yükseklikte, Güllük Dağı’nın tepesinde doğal bir platform üzerine kuruldu. Kent, Anadolu’nun en eski halklarından Luvi’lerin soyundan gelme Solym’ler tarafından kuruldu. Büyük İskender, MÖ 333’de kenti kuşattı ve Termesoslular güçlü bir savunma yaparak kenti teslim etmedi. İskender’in ölümünden sonra kent Ptolemaioslar tarafından alındı. MÖ 189 yılında komşu şehir İsinda’yı zapt eden Termessoslular, İsinda halkının şikâyeti üzerine Anadolu’daki Roma kuvvetlerinin komutanı Manlius Vulso tarafından cezalandırıldı. MÖ 71’de, Roma ile ‘dostluk ve ittifak’ içinde olan Termessos’un işlerinde bağımsız olduğu ve kendi kanunlarını kendileri yapacakları konusu da Roma Senatosu’nda tarafından kabul edildi.

 Tripolis Antik Kenti, Denizli.


Kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu, daha sonra Geç Helenistik Dönemde Tripolis olarak adlandırıldığı ve ilk kuruluşunun Lidya Devleti zamanında olduğuna ilişkin bilgiler yer alıyor. Kent altın çağını Roma döneminde yaşadı. MS 2. yüzyılda kentte yeni bir yapılanmaya gidildi ve şehir kapıları, caddeler, hamamlar, stadyum, tiyatro ve meclis binası gibi kamu binaları yaptırıldı. Tripolis Antik Kenti’nde günümüze ulaşan yapıların çoğu da Roma dönemi yapısı. Bölgenin aktif fay hatlarına yakınlığı, bunun bir sonucu olarak sık yaşanan depremler, şehrin zamanla önemini yitirmesine sebep oldu. MÖ 2. yüzyıldan itibaren birçok deprem ve savaşa tanıklık ettiği için defalarca tahrip olan Tripolis Antik Kenti, Geç Roma ve Bizans döneminde sur ile çevrildi. Eğimli arazide kurulan kentin surları yer yer burçlarla, gözetleme kuleleri ve kalın duvarlarla desteklendi.

Troya, Çanakkale.

Troya

Troya, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarında geçmesi nedeniyle dünyanın en önemli antik kentleri arasında sayılıyor. Troya’da yapılan kazılarda 9 kültür katı tespit edildi. MÖ 2500-2300 yıllarına tarihlenen Troya II kültür katına ait en dikkat çekici buluntular, Megaron denilen ev örneklerinin temelleri ile Schliemann’ın Priamos’un hazinesi diye adlandırdığı ve Rusya’da Puşkin müzesinde olan buluntu grubu. MÖ 1700-1000 yıllarına tarihlenen ve Troya VI-VII dönemleri genelde Homeros’un Troyası ile özdeşleştirilir. Hellenistik ve Roma Dönemlerini kapsayan Troya VIII. ve IX. katmanlardan günümüze kalanlar ise hamam, odeion, tiyatro, bouleterion gibi mekanlar. Antik kentin ünlenmesine neden olan ve hakkında çok sayıda film ve dizi çekilmesine neden olan olay, Homeros’un destanlarında da geçen Troia Savaşı’ydı.

Uzuncaburç (Diocaesarea-Olba) Antik Kenti, Mersin.

Helenistik dönemde merkezi Uzuncaburç’un 4 kilometre doğusundaki Olba Territoriumu’nun ibadet merkezi olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, MS 72 yılında Roma İmparatoru Vespesianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diokaesareia (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basan kent durumuna gelmişti. Bizans döneminin ardından Türklerin buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun (Helenistik Kule) ismini vermesiyle “Uzuncaburç” olarak anıldı. Antik kentin en erken yapılarından biri ve belki de tarihsel olarak en önemlisi Zeus Olbios Tapınağı. I. Seleukos Nikator tarafından yaptırıldığı düşünülen tapınak, Anadolu’nun dört bir yanı Korinth tarzında tek sıra 36 sütunla çevrili, peripteros planlı, en eski tapınaklarından biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahip. Tapınağın yanı sıra beş katlı, konut ve savunma kulesi formundaki kule ve yaklaşık 17 m uzunluğundaki anıt mezar Helenistik döneme ait. Sütunlu cadde, tiyatro, anıtsal giriş kapıları (propylon), anıtsal çeşme binası (nymphaeum), Tyche Tapınağı da Roma döneminden kalma dikkat çeken yapılardan.

 Xanthos, Antalya.

Xanthos

Antik dönemde Likya Birliği’nin idari merkezi olarak bilinen Xanthos’un ismi Likya dilinde yazılmış kitabelerde ARNNA şeklinde geçiyor. Kent, MÖ 545–546 yıllarında Pers kumandanı Harpagos tarafından kuşatıldı. Xanthoslular direnmelerine rağmen çaresiz duruma düştüklerinde, kadın ve çocuklarını öldürüp şehri ateşe vererek şehri Harpagos’a bırakırlar. MÖ 475–450 arasında bu kez yangın felaketi ile karşılaştı. MÖ 334 yılında Büyük İskender şehri aldı. İskender’in ölümünün ardından Xanthos, MÖ 309’dan itibaren Mısır Hanedanı Ptolemaios’ların, ardından birçok Likya şehri gibi Suriye Kralı III. Antiochos’un egemenliğine girdi. MÖ 2. yüzyılda Likya Birliğinin başkenti olan Xanthos, MÖ 42 yılında bu kez Romalı Brutus tarafından yerle bir edilmiş, ancak ardından İmparator. Marcus Antonius’un gayretleriyle yeniden imar gördü. MS. 1. yüzyılda Roma egemenliği altındaki Xanthos’ta İmparator Vespasianus adına tak yaptırıldı ve günümüze kalmış Roma yapılarının çoğu bu dönemde inşa edildi. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan Xanthos, bu dönemde birçok yeni yapıya kavuştu. 7. yüzyıl sonrası Arap akınları şehrin önemini yitirmesine sebep oldu.

Hasankeyf 

Hasankeyf

Eğer tüm bu antik kentler arasında bir sıralama yapılacak olsaydı, belki de ilk sıraya Hasankeyf yazılmalıydı. Hasankeyf’i de içine alan Dicle Vadisi, UNESCO’nun 10 adet Dünya Mirası Listesi kriterinden, 9 tanesini kapsayan dünyadaki tek yer. Ancak günümüzde inşa edilen Ilısu Barajı sularının altına gömülmek üzere. Hasankeyf’in tarihi, buradaki en eski arkeolojik alan olan Hasankeyf Höyük ile 10 bin yıl öncesine dayanıyor. Etrafında günümüze kadar keşfedilen 550 kültürel ve tarihi varlık bulunuyor. Bölgede Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdani, Mervani, Artuk, Eyyübi ve Osmanlı gibi yirmiden fazla kültürün izleri bulunuyor. Bu kültürlerin geride bıraktığı Yamaç Külliyesi, Dicle Köprüsü, Sultan Süleyman Camii, Büyük Saray, Deriki Kilisesi, Zeynel Bey Külliyesi, Şab Camii, Artuklu Köşkü, Kasımiye Köşkleri ve birçokları gibi sayısız tarihi eser her yıl yüz binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyordu. Hasankeyf sadece kültürel değil, aynı zamanda çok önemli bir doğal mirasa sahip. Dicle Üniversitesi’nin araştırmasına göre, barajdan etkilenecek alanın sadece %5’i ekolojik olarak araştırılmış durumda. Baraj su tutmaya başladıktan sonra Hasankeyf, 2-3 yıl içinde tamamen suya gömülmüş olacak.

Sümela Manastırı


Sümela Manastırı bir yapı olarak ülkemizin en önemli yapılarından bir tanesini oluşturmaktadır, Ayrıca ülkemizdeki yapılar içerisinde en dikkat çekici yapılardan bir tanesidir. Dik bir dağ yamacına yapılmış olması insanlarımızda büyük hayretler uyandırmaktadır.

Sümela Manastırı deniz seviyesinden yaklaşık olarak 1300-1400 metrelik bir yükseklikte bir dağ yapısının içine sanki gizlenmiş diyeceğimiz şekilde inşaa edilmiştir.

Sümela Manastırı Trabzon ilimizin Maç ilçesine bağlı bulunan Altındere köyünde bulunmaktadır. Maçka ilçesine mesafe olarak uzaklığı ise 16-17 kilometre civarındadır.

Sümela Manastırı Freksler ve ResimlerSümela Manastırı’nın özellikleri nelerdir?

Sümela Manastırı Rum Ortodoksu Manastırı ve Klisesidir.

Sümela Manastırının tam adı “Panagia Sumela veya Theotokos Sumela’dır. Hatta bu manastır Meryem Ana Manastırı olarakta bilinmektedir.

Sümela Manastırının tam inşaa tarihi net olarak bilinmese de günümüzden epey bir eskiye dayanmakta olup yapılış tarihi aşağı yukarı M.S. 350-400 arasını göstermektedir. Yani bu yapı yaklaşık olarak 1600-1700 yıldır ayakta kalmayı başarmış olan nadir yapılardan bir tanesidir. Sümela Manastırının yapımında dağdaki mağaraların olması kolaylık sağlamıştır.

Sümela Manastırına günümüzden yaklaşık olarak 600-700 yüzyıl önce bazı eklemelerde yapılmıştır. Bu eklemelerden sonra günümüzdeki şekli verilmiştir. İlk yapıldığı yıllarda günümüzdeki kadar büyükte değildir.

Sümela Manastırı-3Manastır içerisinde büyükçe bir kilisede bulunmaktadır. Bu klişenin büyüklüğü yaklaşık olarak 400 Metrekare civarında olup burada bulunan bir mağaranın içi oyularak yapıldığı söylenmektedir.

Manastıra vadiden çıkılmakta olup çıkıldığı yer çok dar bir merdivendir. Yaklaşık olarak 100 basamaklı bir merdivenle çıkılabilmektedir.

Sümela Manastırı tam olarak 6 katlıdır. Bu 6 katın 2 katı teras niteliğindedir.


Sümela Manastırının yapıldığı yer ve yapı büyüklüğünden ziyade içerisinde bulunan resimler ve fresklerde son derece dikkat çekmektedir.

Manastırın içerisi özellikle kilise içi büyük freksler ile süslenmiştir.

Bu figürler çeşitli bölümlerde çeşitli şekillerde toplanmıştır.

Meryem Ana’nın doğuşu, mabede sunuluşu, İsanın doğumu, mabede sunumu, hayatıyla ilgili bazı freksler Kilisenin Apsis kısmında bulunmaktadır.

Sümela Manastırı-2Güney kapısında ise Meryem Ananın ölümü ve havarilere ilişkin resimler bulunmaktadır.

Kilise içerisinde ayrıca Adem ve Havva, Yasak Meyve Cennetten Kovulma, Dirilmeyi anlatan resimler vardır.

Yine bazı resimlerle Mikail ve Cebrail meleklerine ait olduğu belirtilen figürler bulunmaktadır.

Sümela Manastırının kim tarafından yapıldığı konusunda da çelişkiler bulunmaktadır. Bazı kaynaklara ve rivayetlere göre Rüyasını gördükleri iki keşiş tarafından yaptırıldığına inanılırken, bazı kaynaklarda Bu manastırın yaptırıcısı ve kurucusunun Trabzon İmparatoru 3.Aleksios tarafından 1340 lı yıllarda yapıldığı tezi savunalmaktadır.

Sümela Manastırı tarih boyunca manastırdan ziyade özellikle Askeri alanda kullanıldığı yönünde bilgilerde bulunmaktadır.

Sümela Manastırı özellikle Rum Ortodoksları açısındanda önemli bir yapıdır. 2010 yılında Ülkemizden alınan izin ile burada uzun zamandan sonra Meryem Ananın göğe yükseldiği gün kabul edilen günde bir ayin gerçekleştirilmiştir.

Sümela Manastırı gerek yurtiçinden olduğu gibi yurt dışındanda birçok yabancı ve yerli turist çekmektedir. Trabzon ilinin önemli turizm yapılarından ve yerlerinden bir tanesidir. 



Hürmüz Boğazı nerededir? Özellikleri nelerdir?


Hürmüz boğazı dünyadaki en önemli boğazlardan bir tanesi aynı zamanda bulunduğu yer itibarıyla en sıkıntılı yerde bulunan bir boğazdır. Yine dünyanın en sıkıntılı körfezlerinden birisi olan Basra körfezi ile Umman körfezi arasında bulunmaktadır. Hürmüz boğazı yine dünya da ismi en çok duyulan boğazlar arasında bulunmaktadır.

Hürmüz Boğazı ülkeleriHürmüz boğazı özellikleri nelerdir?

-Arapça ismi Madîk Hürmüz, Farsça ismi ise Tange-ye Hormoz’dur. Arap yarımadasında bulunması ve İran ülkelerinden dolayı Arapça ve Farsça isimleri de bazı yerler de kullanılmaktadır.

- Umman körfezi ile Basra körfezi arasında olup bu iki körfezi birbirine bağlar.

-Boğazın kuzey kısmı İran toprakları, Güney kısmı ise Umman topraklarıdır.  Yani bir İstanbul boğazı veya Çanakkale boğazı gibi sadece tek ülkenin sınırları içinde bulunmamaktadır.

-Hürmüz boğazı oldukça geniş bir boğazdır. En dar yeri yaklaşık 50 kilometre olarak belirtilmektedir (wikipedi kayıtlarında Hürmüz boğazı genişliği 39 kilometre olarak belirtilmiş olmasına karşın en dar yerinin 50 kilometre olduğu bilgisi öne çıkmaktadır)

-Hürmüz boğazı özellikle körfez ülkelerinin dışarıya deniz yoluyla açıldığı bir kapıdır. Çünkü İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın üretmiş olduğu petrol diğer ülkelere bu boğazdan geçerek ulaşır. Yaklaşık olarak Ortadoğu veya körfez bölgesinde üretilen petrolün 2/5’lik kısmı (%40) bu boğazdan geçmektedir. Gemi ulaşımı ile özellikle Avrupa’nın batı ülkelerine, Amerika Birleşik Devletlerine ve Çine ihraç edilmektedir. Bu özelliğinden dolayı Hürmüz boğazı alternatifi olmayan bir boğaz olarak adlandırılmakta ve önem kazanmaktadır.

-Hürmüz boğazı petrol ile birlikte Dünya LNG yani sıvılaştırılmış gaz ihracatının da 2/3’lük gibi yüksek bir miktarın geçtiği bir boğazdır.


Hürmüz Boğazı geçiş güzergahı-Hürmüz boğazı bu kadar önemli bir boğaz olduğundan dolayı özellikle dünyanın Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük ülkelerinde üzerinde durduğu bir boğaz olmuştur. Özellikle İran ve Umman boğazdaki tam denetimi sağlamak adına bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Örneğin ilk zamanlarda 21 millik boğazın 15 mili uluslararası sular iken İran’ın 1959 yılında karasularını 12 mile çıkarması Umman’ında aynı adımı 1972 yılında atması sebebiyle bu boğaz tamamen bu ülke karasularına dönüşmüştür. Bu nedenden dolayı birçok kere geçişlerde sıkıntılar ortaya çıkmıştır.  Fakat Hürmüz boğazı körfez ülkeleri ile birlikte diğer büyük bazı ülkeler tarafından da önemli bir boğaz olmasından dolayı Gerek Umman’ın gerekse İran’ın tek başına yönetebileceği ve hüküm sahibi olabileceği bir konumu bulunmamaktadır. Ayrıca bazı konusunda uzman kişilerin yaptığı açıklamalar ve analizler gereğince Hürmüz boğazının Uluslararası bir transit geçiş noktası olarak kabul edilmektedir.  Ayrıca Basra körfezinden çıkışın başka bir alternatifi bulunmadığından dolayı Uluslararası bir özellik taşımaktadır.

 -Amerika Birleşik Devletleri’nin bu boğaz sebebiyle bazı ülkelerde askeri üssü bulunmaktadır. Ve bu bölgede belki de en çok askeri varlığa sahip olan ülke Amerika Birleşik Devletleridir.

Hürmüz boğazı sorunu-Hürmüz boğazına hukuki açıdan bakıldığı zaman özellikle İran’ın bazı hususları kabul etmemesi sebebiyle kesin bir hukuki çözüme kavuşamadığı açık olarak görülmektedir.  Özellikle İran boğazdan geçecek olan Savaş gemileri, denizaltılar ve Nükleer Güçle çalışan gemilerin ülkesinden izin alması gerektiğini savunsa da özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin bu duruma karşı çıktığı ve bazı durumlar haricinde ve çoğu zaman izin almadığı bilgisi bulunmaktadır. 


Panama Kanalı

Panama Kanalı, Orta Amerika’nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alır ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine bağlayan su yoludur. İnşaatı ABD tarafından tamamlanmış ve Kanal 15 Ağustos 1914’te hizmete açılmıştır. Bu Kanal Güney Amerika ve Kuzey Amerika’yı birbirinden ayırır.

Panama Kanalı Yapımı

77 kilometre uzunluğundaki Kanalın yapımı sırasında, sıtma ve sarıhumma gibi hastalıklardan büyük toprak kaymalarına kadar her türlü güçlükle karşılaşılmış ve yaklaşık 27.500 Kanal çalışanı bu süreçte can vermiştir.

Bugün New York’tan San Francisco’ya giden bir geminin, Panama Kanalını kullanarak 9.500 km yol yapması, Horn Burnu’nun dolaşılmasını zorunlu kılan eski günlerdeki 22.500 km yola oranla büyük bir kolaylık sağlamıştır.

Açılışından itibaren Panama Kanalı’ndan her yıl 14.000’den fazla gemi geçmekte olup taşınan yük miktarı 203 milyon tonu bulmaktadır.

Kanal boyunca yolculuk yaklaşık 9 saat sürmektedir. Ayrıca kanalda bulunan su seviyesini yükseltmeye ve düşürmeye yarayan kilit sistemleri vasıtasıyla gemilerin, coğrafi imkanların elvermediği, aşılması zor mesafeleri kat etmesi sağlanmıştır.

Panama Kanalı deniz seviyesinden 28 metre yukarıdadır. Sıvıların dengesi kanunundan faydalanılarak gemiler Kanal içinde yavaş yavaş yükseltilir ve aynı metotla diğer tarafa doğru indirilir.

Panama Kanalı Projesi

Panama Kanalı dünyanın mühendislik harikasıdır ve en pahalı Kanaldır. Kanal, bölgenin sosyoekonomik koşullarını geliştirmiştir. Panama Kanalı ile Panama halkının refah seviyesi yükselmiştir. Kanal ülkenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

Daha sonra ihtiyaç duyulan yapısal bir katkıyla, daha büyük gemiler için tercih edilebilirliği sağlamak maksadıyla ve onların geçişlerine imkan sağlayacak şekilde, 26 Haziran 2016 tarihinden itibaren genişletilmiş bir Panama Kanalı faaliyetini sürdürmektedir.

İnşası

Panama Kanalı için ilk girişim 1 Ocak 1881’de yapıldı. Proje, Süveyş Kanalı’nın inşasını gerçekleştiren Ferdinand de Lesseps’in önderliğinde deniz seviyesi kanalı olarak tasarlandı. De Lesseps, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan deniz seviyesindeki bir su yolu olan Süveyş Kanalı’nı yaratan, özel olarak finanse edilen çabayı neredeyse tek başına yönettiği için 1869’da küresel bir ün kazandı. 1879’da bir Panama Kanalı inşa etme projesine liderlik etmeyi kabul etti.

1879’da de Lesseps, “ülkeler arası bir kanal” için en uygun planı tanımlamak ve ilgili çalışmalara ilişkin ilk tahminde bulunmak için 22 ülkenin önde gelen teknik insanlarıyla uluslararası bir toplantı düzenledi. Ancak, nihai rapor ve daha sonraki revizyonları, gerekli kazı miktarı ve Panama’da faaliyet göstermenin zorlukları hakkındaki projeksiyonlar önemli ölçüde yanlıştı. Gerekli çalışmanın küçümsenmesi, Fransız şirketinin yetersiz sermaye hesapları yapmasına ve işi bitirmek için kaynak eksikliğine ve projenin tamamen başarısız olmasına yol açtı.

Kanal yapımının ilk yıllarında organizasyon eksiklikleri ve kazım sonucunda ortaya çıkan atıkları nakledecek araç bulunmaması sonucu ilk ciddi sorunlar oluşmaya başlamıştır. Bütün bunların yanında ortaya çıkan toprak kaymaları ile büyük zorluklarla karşılaşılmıştır. Toprak kaymalarının engellenmesi için Kanalın belli bölgelerinde kazı derinliği azaltılmak zorunda kalınmıştır.

Sorunlar

Fransızlar sarı humma, sıtma ve diğer hastalıklara 20.000’den fazla işçi ve yönetici kaybetti. Bu, kahramanca bir hedef peşinde şaşırtıcı bir yaşam kaybını itiraf ediyor. Mevcut sermayelerinin tamamını harcadılar, ancak nihai kanalın sadece% 30’unu kazabildiler. Hatta deniz seviyesindeki bir kanalın teknik olarak mümkün olmadığı, yani Süveyş Kanalı’nın Panama projesi için yararlı bir örnek olmadığı ortaya çıktı. Projenin 1889’da iflas ettiği ilan edildi ve çalışmalar 15 yıl boyunca durdu.

ABD’de kanalının nereye yerleştirilmesi gerektiği ve deniz seviyesindeki bir kanalın mümkün veya gerekli olup olmadığı hakkında çok fazla tartışma vardı. Sonunda Başkan Teddy Roosevelt, Panama’da ABD’nin finanse ettiği kilit tabanlı bir kanalın Fransızların daha önce başarısız olduğu aynı arazide inşa edilmesine karar veren bir karar sürecine öncülük etti.

10 yıllık Amerikan projesi (1904-1914) nihayetinde Fransızlar için mevcut olmayan tıbbi ve teknoloji ilerlemeleri nedeniyle başarılı oldu. Sarı humma ve sıtmanın nedenlerinin keşfedilmesi ve her ikisinin de etkili bir şekilde ortadan kaldırılması için geliştirilen stratejiler, 15 yıl önceki koşullardan çok daha farklıydı. Ayrıca, kazı, demiryolları ve inşaat teknolojilerinin ilerlemesi, güncel imkanların neyi mümkün kıldığını göstererek ilerlemeyi önemli ölçüde hızlandırdı.

Sonunda, Panama Kanalı çabaları 639 milyon dolara (2020 yılı itibarıyla karşılığı tahmini 18 milyar dolar) mal oldu ve inşaatı sırasında 25.000 can aldı. Bu çaba, makine, ilaç ve yönetim alanındaki yenilikleri destekledi ve kullandı. 15 Ağustos 1914’te açılarak tıbbi ve mühendislik başarılarının kahramanlık hikayesi oldu.

İş bittiğinde, kanal küresel ticareti basitleştirerek dünyayı daraltmak anlamında önemli bir adım oldu.

Deniz taşımacılığı için üç ders

Bu kapsamdaki çok büyük bir deniz taşımacılığı bir projesi uluslararası denizcilik araştırma ve geliştirme kurulları tarafından onaylanmış olmalıdır. Çaba ve maliyet tahminlerinin birçok partiden girdi içermesi ve tüm oyuncular tarafından makul görülmesi hayati önem taşımaktadır. Liderler proje kapsamının hafife alınmasını önlemek için mümkün olan her adımı atmalıdır.

İyimserlik odaklı liderliğin yedek bir planlara ihtiyacı vardır. De Lesseps’in liderlik felsefesi, muhtemel teknik veya fiziksel engeller tespit edilip çözüm geliştirilmeden sadece kendine güvenerek ilerlemesiydi. Süveyş Kanalı projesinde başarılı oldu çünkü genel olarak finansal sıkıntılarla mücadele etmek durumundaydı. Mevcut teknolojik imkanlardan yararlandı. Diğer hususları zamana bırakmak işine yaradı.

Süveyş Kanalı büyük bir liderlik stratejisi ve başarısıydı. Ancak, Panama’da aynı hesap tutmadı, başarısız oldu. Deniz taşımacılığı liderleri, her projenin yeni teknoloji veya dış yardımla başarıya ulaşamayacağını bilmelidir. Bir proje arızasına karşı korunmak için bir yedek plana sahip olduklarından emin olmalıdırlar.

Destansı başarısızlık daha sonra başarıya yol açabilir. Panama’nın Fransız çabalarının iflası sırasında hiçbir zaman bir Panama Kanalı olmayacak gibi görünüyordu. Hayat ve para kaybı o kadar büyüktü ki görev imkansız görünüyordu. Eğer bir kanal inşa edilebilirse, başka bir yerde ve başka biri tarafından yapılabilir kanısına varıldı.

Ancak zamanın geçmesi ve bir başarısızlıktan alınan dersler, nihai bir başarıya yol açtı. ABD hükümeti, finansal kaynak sorununu ortadan kaldırmak için finansal destek sağladı. Kilit tabanlı Panama geçişine karar vermeden önce farklı kanal seçeneklerini değerlendirmek için kapsamlı tasarım çalışmaları yapıldı. Tıpta ve teknolojide teknik atılımlar geliştirildi ve günü geldiğinde harekete geçildi.

Deniz taşımacılığı liderleri ve deniz taşımacılığı endüstrisi, Uluslararası Deniz Araştırma Fonu (IMRF) aracılığıyla yeterli IMRB finansmanı almak için IMO ile birlikte çalışmalıdır. Birden fazla farklı teknoloji seçeneği değerlendirilmeli ve yönlendirilmelidir. Endüstri, çeşitli açık inovasyon platformları ve süreçleri aracılığıyla teknolojik atılımlarını aktive etmeliler.

Panama Kanalı gibi dev projelerin vermiş olduğu dersler bugünün meselelerine örnek alınarak gelecek için başarı şansını artırılabilir.


Süveyş Kanalı

Süveyş Kanalı



Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biri olarak gösterilen Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birleştiren bir kanaldır. 1869 yılında Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps’in isteği doğrultusunda açılmıştır. Süveyş Kanalı, 168 km olup Portsaitten Süveyş şehrine kadar uzanır. Derinliği 11-12 metre olan kanalın genişliği su dibinde 45-100 metre su yüzünde 80-135 metredir.

Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan 163 km yapay bir su yoludur. Kanala 10,36’den büyük gemiler kanaldan geçmesi yasaktır. 13,5 km’lik bir yan geçit ticaret  yapılmış ve el-Kantra ile Firdan arasında yapılmıştır. 1951 yılında ticaret yolu açılıştır. Aynı zamanda Avrupa kıyıları ve Atlas Okyanus’unu bağlayan en kısa deniz yoludur.


Tarihi
Tarihçilere göre, M.Ö. 20. yüzyıl başlarında Firavun Birinci Sesostris zamanında Nil deltasını, Kızıldeniz’e şimdiki Süveyş Kanalı yakınında tatlı su kanalını bağlamak istemiştir. M.Ö. 600 yılında Firavun İkinci Necho zamanında restore edilmiştir. Restore, M.Ö. 500’lü yıllarda Pers Fatihi Birinci Darius tarafından tamamlanmıştır. Süveyş Kanalı, Roma ve Ptoleme işgalleri sırasında kanal sürekli restore edilmesine karşın terk edilmiştir.

Aşağı Mısır Arap kumandanı olan Amr bin Asradıyallahü anh M.S. 7. yüzyılda tekrar kanalı açmış ve Nil Vadisinden Mekke’ye yapılan tahıl ticareti önemli bir yer haline gelmiştir. Süveyş Kanalı 8. yüzyılda askeri sebeplerden dolayı Halife Mansur tarafından bloke edilmiştir. Kısa süre sonra kullanılmaz duruma gelmiştir. Yeni kanal yapılmak için 1000 yıldan fazla zaman geçmesine karşın Napolyon 18. yüzyılda Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlamak istemiştir. Ancak Napolyon’un istekleri Fransız bilim adamları, Kızıldeniz’in suları Akdeniz sularında yüksek olduğunu iddia etmesi proje iptal edilmiştir. Birçok plan yapıldıktan sonra kapaksız bir kanalın mümkün olduğunu ispat edildi fakat ispat edilme süreci uzun sürmüştür.

4903_suveys_kanaliSüveyş Kanalı, 1854 yılında Mısır’a gittiğinde Ferdinand de Lesseps, Said Paşadan imtiyaz aldı. 30 Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 yılında yapılan anlaşmalar ”bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletilecek bir şirket kurulacaktı. 15 Aralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yani “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edilmiştir. 25 Nisan 1859 yılında Süveyş Kanalı inşatına başlanmış ancak kazı yapılacağı yer, çöl olmasından dolayı birçok güçlüklerle devam edilmiştir. Yapılan kazılar 11 yıl sürmüş ve 6 metre derinlikte bir servis kanalı kazılmıştır. Kahire bölgesinden başlayarak iki farklı kanal yapılmış ve haşl bu yardımcı sulardan istifade etmiştir. Kanalda sadece tatlı su değil İsmailiye ve Nil arasında su yolu irtibatı sağlanmıştır.

Kanalda çıkan teknik sorunlar, Fransız ve İngilizlerin politik güçlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Her iki devlet içinde finansman problemi oluşmuş, Fransa’nın tahmin edilen harcamaları 41.860.000 dolar olmuştur. Fransa harcamalarını artırarak 287 milyon Fransız altınına artırmıştır. Gelen maddi desteklerden sonucu 10 yıl boyunca 20 bin işçi çalıştırmıştır. Toplamda ise 2.4 milyon kişi çalışmış ve 125 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Süveyş Kanalı 17 Kasın 1869 yılında trafiğe açılmış ve gösterişli bir konvoy düzenlenmiştir. Ve daha sonra Fransız ve İngilizlerin özel sektörü hale geçirmiştir.Kanalda çıkan trafik artışı kanal firmasının, sürekli olarak kanalın geliştirmesine yol açmış ve 1869 yılından sonra bu gelişme çok daha hızlı yol almıştır. 1870 yılında derinde 22 metre, yüzeyde 60 metre, 1959 yılında derinde 60 metre, yüzeyde 150 metre artırılmıştır. Bu yapılan çalışmaların maliyetleri 322 milyar dolar olmuştur. Kanalın bir ucundan diğer ucuna yolculuk 45 saatten 15 saate inmiştir.

4903_02_suveysKanalın açılması ekonomik gücü de beraberinde getirmiştir. Kıtaların geçişinde 1870-1966 yılları arasında, yılda 500 gemi geçmiştir. Gelişen kanal, bu sayının artmasına neden olmuş 1970 yılı sonrası yılda 2000 gemi geçmiştir. Kanal sayesinde Ümit Burnu ve Afrika kıtasını dolaşmadan çok önemli yakıt tasarrufuyla gemiler hareket etmiştir. Mısır Cumhurbaşkanı Nâsırın, 26 Temmuz 1956 yılında Süveyş Kanalı millileştirmiştir. Önemli bir merkez haline gelmiş ve Fransa, İsrail ve İngiltere Ekim ayında Mısır’a saldırmışlardır. Kanalın her iki tarafını işgal eden İngiltere ve Fransa birlikleri Rusya ve ABD baskıları neticesinde, BM kontrolünde işgali sona erdirmiştir.


Mısır hükumeti 28.3 milyon Mısır lirası tazminat ödeyerek büyük bir sorunu halletmişlerdir. Süveyş Kanalı için 1888 yılında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma da yer alan konu, ” kanal hangi ülkeye ait olursa olsun ve mâhiyeti ne olursa olsun antlaşmayı imzalayan ülkelerin faydalanmasına olanak sağlanmıştır.” İstanbul Antlaşmasını; İtalya, Rusya, Fransa, Avusturya Türkiye,Hollanda , Macaristan Almanya  imzalamıştır. Belirtilen ülkeler antlaşmaya ters düşmediği taktirde yeni bir karara gerek yoktur. Arap-İsrail Savaşının çıkması, Mısır 1967 yılından 1975 yılına kadar kanala girişleri kapatmıştır.


Cebelitarık Boğazı Hakkında Bilgiler; Nerededir, Özellikleri ve Tarihçesi..

 
Cebelitarık Boğazı Hakkında Bilgiler; Nerededir, Özellikleri ve Tarihçesi.


Atlas Okyanus'u ile Akdeniz'i birbirine bağlayan ve üç ülkenin egemenliği altında olan Cebelitarık Boğazı, konumu itibariyle, jeopolitik önemi olan bir boğazdır. Birleşik Krallık, Fas ve İspanya'nın kontrolü altında olan Cebelitarık Boğazı'ndan her yıl yaklaşık 7500 gemi geçmektedir. Cebelitarık Boğazı hakkında detaylı bilgi bulacağınız bu yazıda; boğazın konumu, önemi ve tarihine dair önemli bilgilere ulaşacaksın.
Akdeniz ile Atlantik Okyanusu arasında köprü niteliğinde olan Cebelitarık Boğazı 60 km uzunluğunda ve 44 km genişliğinde olan bir boğazdır. Adını Tarık Bin Ziyad’dan almış olan boğazın derinliği ortalama olarak 426 metredir. Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirinden ayıran Cebelitarık Boğazı'nın siyasi anlamda oldukça büyük önemi bulunmaktadır. İngiltere, Fas ve İspanya egemenliğinde bulunan boğaz yılda yaklaşık 7500 gemi geçişine ev sahipliği yapmaktadır.
1713 yılında resmi olarak İngiltere’nin kontrolüne geçmiş olan boğaz uzun yıllar ülkeler arasında siyasi çekişmelerin başlıca nedeni olmuştur. En çok İngiltere ve İspanya arasındaki sorunların ana kaynağı sayılan Cebelitarık Boğazı 2002 yılındaki referandum ile iki ülkenin ortak egemenliğine sunulmuştur. Günümüzdeki bilinen isminden önce Calpe adı ile bilinen boğaz, sonraki yıllarda Arap ordu komutanı olan Tarık Bin Ziyad olarak isimlendirilmiştir. Ardından Arapça dilinde Tarık’ın dağı anlamına gelen Cebelitarık adını almıştır.
Everest Dağı Hakkında Bilgi; Özellikleri, Turizmi ve Tarihçesi

Ulaşım avantajından dolayı önemi büyük boğazlardan biri olan Cebelitarık Boğazı'nın, Süveyş Kanalı’nın açılması ile birlikte önemi daha da artmıştır. Antik çağdan itibaren konumu ve özellikleri ile gözde boğazlardan biri olan Cebelitarık Boğazı bir dönem Herkül’ün Sütunları ismi ile de anılmıştır. Boğazın üst yüzeylerinde doğudan batı yönüne doğu güçlü bir akıntı vardır. Bu akıntı derinliklerde azalmaktadır. Her iki tarafı da sarp kayalıklarla çevrilmiş olan boğaz bu özelliği ile de oldukça önemli sayılmaktadır.
İçindekiler
Cebelitarık Boğazı Nerededir?
 Cebelitarık Boğazı'nın konumu tam olarak Atlantik (Atlas) Okyanusu ile Akdeniz’in batısında kesişmektedir. Dünya ülkelerinin ulaşımı için kilit bir konumda bulunmasından dolayı oldukça önemli bir yere sahiptir. Afrika kuzey kıyılarında bulunan İber Yarımadası'na kadar uzanan boğaz 60 km uzunluğa sahiptir. Cebelitarık Boğazı'nın stratejik konumunun ülkeler açısından avantajlı olması, günümüze kadar birden çok ülkenin egemenliğinde olmasına neden olmuştur.
Cebelitarık Boğazı'nın Özellikleri
 Septe Boğazı olarak da bilinen Cebelitarık Boğazı tek bir ülkenin egemenliğinde olmayıp, İspanya, Birleşik Krallık ve Fas'ın kontrolü altındadır. Boğazın en dar bölgesi 14 metre iken en derin bölgesi de 425 metreye yakındır. Günde ortalama 20 geminin geçişi bulunan boğazda genellikle okyanus ötesi bölgelere seyahat edilmektedir. Cebelitarık Boğazı'nın en dar olduğu kısım 14 kilometrelik ölçüsü ile Cires Burnu ve Tarija Burnu arasında kalan kısımdır. Boğazın en önemli özelliklerinden biri ise Afrika ve Avrupa ülkelerini birbirine bağlayan ve oldukça yüksek olan bir köprüyü üzerinde bulundurmasıdır.
Cebelitarık Boğazı'nın Tarihçesi
 Eski yılların Calpe Boğazı olarak bilinen Cebelitarık Boğazı resmi olarak İngiltere’nin himayesine geçene kadar birçok ülkenin egemenliğinden geçmiş ve değişik isimler almıştır. En son olarak Arap ordu komutanının namı ile anılmış ve Cebelitarık adını almıştır. Güvenlik amacıyla boğazın kuzeyde kalan kısmına kale inşa ettirilmiştir. 1462 yılında yaptırılmış olan kale ve boğaz İspanya’nın egemenliğine geçmiş ve 1502 yılında da bu egemenlik resmiyet kazanmıştır. Hollanda ve İngiltere egemenliği ise 1704 yılında gerçekleşmiştir. Daha sonra İspanya ve İngiltere arasında imzalanan Utrecht Antlaşması ile Cebelitarık Boğazı İspanyollardan İngiliz kuvvetlerine verilmiştir.
Cebelitarık Boğazı'nın Konumu ve Önemi
 Cebelitarık Boğazı'nın tarihte bu denli önemli yer edinmesindeki başlıca sebeplerinden biri ulaşım açısından eşsiz nitelikte olan konumudur. Atlantik Okyanusu ile Akdeniz arasındaki birleştirici noktada olması dünya ülkeleri için en önemli boğazlardan biri olmasını sağlamıştır. Stratejik açıdan muazzam olan bu konumu Süveyş Kanalı'nın açılması ile daha da artmıştır.
Boğazın en geniş bölümü Spartel ve Trafalgar burunları arasında kalan kısımdır. Orta kısımları ise boğazın en sığ olduğu bölümleridir. Cebelitarık Boğazı kıyısında yer alan pek çok Avrupa ve Afrika ülkesi boğazın eşsiz ulaşım olanaklarından yararlanmakta ve çeşitli savaş ülkelerinin nazarında da değer bulmaktadır. İspanya, Fas ve Birleşik Krallık ülkelerine bağlı olan Tanca, Barbate ve Ceuta boğazın kıyısında yer alan yerleşim yerleri arasındadır.
İpek Yolu Hakkında Bilgiler; Nerededir, Önemi ve Tarihçesi

Tarihte sömürge ilan edilen boğazlardan biri olması Cebelitarık Boğazı'nın İspanya ve Birleşik Krallık arasında bazı sorunların doğmasına yol açmıştır. Bu sorunlara çözüm olarak çeşitli oylamalar düzenlenmiştir. Yapılan oylamalara göre 1967 tarihinde İspanyol egemenliği red oyu almıştır. 1969 yılındaki oylamada ise Cebelitarık, Birleşik Krallık'ın himayesi altında olmayı kabul etmiştir.
Cebelitarık Boğazı ve Perejil Adası Krizi
 Cebelitarık Boğazında bulunan kayalık ada özelliğindeki Perejil Adası Fas ve İspanya ülkeleri arasındaki sorunların en önemli sebeplerinden biridir. Fas kıyılarına 250 metre, İspanya kıyılarına ise sadece 8 km uzaklıkta bulunan adanın egemenliğine sahip olmak bu ülkeler için büyük sorun teşkil etmektedir. 2002 yılında ilk olarak Fas’ın adaya asker çıkarması İspanya ile aralarındaki gerilimin daha da artmasına sebep olmuştur. İspanya’nın da adaya asker çıkarması egemenlik krizinin büyük bir sorun olarak devam etmesine neden olmuştur.

Cebelitarık, Akdeniz’i Atlas Okyanusuna bağlayan, konumu itibariyle stratejik önemi çok büyük olan bir boğazdır. Süveyş kanalının açıldığı Cebelitarık Boğazı, birçok tarihi olaya da ev sahipliği yapmıştır.














Wednesday, December 2, 2020

Şeb-i Aruz

 

1/6

Şeb-i Aruz

Konya denince ilk akla gelen elbette Mevlana’dır. Ünlü Türk felsefecisi Mevlana’dan söz edince: onunla ilgili ilk akla gelenler “Mesnevi” ve günümüze kadar ulaşan bir gelenek “Şeb-i Aruz” törenleridir.
Burada: Mevlana’nın kimliği, yaşamı, düşünceleri hakkında uzun uzadıya konuşmak mümkün, ancak ben sizlere her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen “Şeb-i Aruz” törenlerinden söz etmek istiyorum.
Törenlerin yapılış şekli, törenlerde görev yapanlar, giysileri, hareketleri ve bunların anlamları hakkında bilgi sahibi olmak, bu törenlere gidip katılmayı düşünenler için mutlaka yararlı olacaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra Şeb-i Aruz törenlerini kolaylıkla anlamak mümkün olacaktır.
Öncelikle Mevlana ve yaşam öyküsü hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Şeb-i Aruz törenlerini anlamak için, Mevlana ve öğretilerini tanımak gerekir.
Asıl ismi “Muhammed Cemaleddin” olan bu ünlü felsefeci, 1207 yılında günümüzde Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Horasan eyaletinin Belh şehrinde doğdu. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden ve “Bilginlerin Sultanı” ünvanı bulunan Bahaeddin Veled’tir.
Muhammed Cemaleddin: çok küçük yaşta, babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı. 1213 yılında, yaşadıkları bölgedeki siyasi olaylar ve Moğol istilası nedeniyle aile ve bazı dostları hep birlikte Belh şehrinden ayrıldı ve 1214 yılında Bağdat ve ardından 1218 yılında Karaman iline geldiler. Bu yıllarda, Anadolu’nun büyük kısmı “Selçuklu devleti” hakimiyetindeydi ve Konya, bu devletin başkentiydi. Bu yüzden: şehir sanatkarlar ve bilim adamlarıyla doluydu ve sanat eserleriyle donatılmıştı. Bahaeddin Velet ve yakınları, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine, 1228 yılında Konya şehrine gelip

2/6
yerleştiler. Bahaeddin Veled, 1231 yılında vefat etti ve Selçuklu Sarayı gül bahçesine gömüldü.
Ardından: Muhammed Cemaleddin, buradaki medrese de dersler vermeye başladı. Öğrencileri ve sevenleri tarafından, kendisine “Mevlana” yani “Efendi” lakabı takıldı. Batıda bulunan Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiğinden, isminin sonuna “Rum-i” yani “Rum diyarında yaşayan” eki konuldu.
Mevlana, öldüğü güne kadar aşktan başka hiçbir şey konuşmamıştır. Sevgiyi, hoşgörüyü, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hiç kimseyi ayırmadan insanlara sevgi, saygı duyan, yaratılan her şeyi Allah’tan dolayı seven bir kişidir. Bu yüzden: ölümü bir son değil, gerçek alemde bir başlangıç olarak görür. Ölüm gününü: dünya gurbetinin son bulduğu gece, insanın aslına rücu ettiği, nihayet evine kavuştuğu gece olarak kabul eder.
“Kardeşim benim mezarıma sakın defsiz gelme, çünkü Allah sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yakışmaz” der. Cenaze neyler çalınarak, davullar ve kenarları zilsiz defler dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülür ve bu gelenek daha sonraki cenazelerde de devam eder.
Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Bu yüzden: Şeb-i Aruz törenleri her yıl 17 Aralık tarihinde düzenlenmektedir.

ŞEB-İ ARUZ:
Şeb-i Aruz: kelime anlamı “Düğün gecesi” demektir. Mevlana: bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğünden “Düğün gecesi” olarak kabul etmiştir. Yani ölüm günü: Mevlana için “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana kavuşma” günüdür. Ölümü: cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması olarak kabul eder. Zaten Müslümanlık öncesinde, Türkler de ölüm bu şekilde tasvir edilirdi.
ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ:
Törenler, her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Alaaddin Keykubat Tepesi yakınlarında, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yer olarak kabul edilen noktaya: Mahracel Bahreyn (iki denizin buluşması) kandili yerleştirilmiştir. Törenler, burada bulunan kandilin yakılmasıyla başlar ki buna “kandil uyandırma merasimi” denir.
SEMA TÖRENLERİ:
Sema törenleri: 10 bin seyirci kapasiteli Konya Kongre Merkezinde: gündüz ve gece seansları olmak üzere yapılır. 6 yaşından küçük çocuklar törene kabul edilmez. Tören başladıktan 5 dakika sonra salona girilmez. Ayrıca: törenler sırasında: flaşlı fotoğraf çekimi ve sesli kayıt aletlerinin kullanılması yasaktır.

3/6
Sema törenleri: genellikle öncesinde Türk tasavvuf müziği orkestrası eşliğinde Ahmet Özhan konseri ve ardından, onların eşliğinde yapılan sema gösterileriyle devam eder ve ortalama 1.5 saat sürer.
Tasavvuf Müziği:
Sema, bu müzik dinlenirken yapılır. Çünkü, müzik insan kalbinin atış ritmini takip eder. Mevlana’nın: müzik olmadan sema yaptığı, hatta çarşıda, sokakta, camide sema yaptığı söylenir. Müzik yapanlara “mutriban” denir. Bu heyet içinde, derviş olmayan kişiler de bulunabilir. Önemli olan tasavvuf müziği makamlarını bilmek ve bunları seslendirebilmek ve çalabilmektir.
Semahane:
Mevlevilerin sema yapması için düzenlenen yerlerdir. Sema yapanların her yere ve herkese aynı mesafede olması için, semahaneler daire şeklinde düzenlenir.
Semazenler:
Sema eden kişilere “semazen” denir. Toplu sema törenlerine, dervişler yani tarikat öğrencileri katılır. Ancak tarikat dışındaki kişiler de sema yapabilir. Her Mevlevi, mutlaka sema yapmasını bilir. Meşk edip sema etmeyi öğrenmeye “sema çıkarmak” ve sema öğrenmiş kişiye “semazen” denir. Semazen olmak için yapılan eğitimlerde: yuvarlak bir tahtanın ortasına, sabit bir şekilde sema yapmaya alışmak için bir çivi çakılır. Çivinin bulunduğu yere “tuz” dökülür. Sol ayak; başparmağı ve ikinci parmak arasına, bu çivi sokulur ve çark atılır. İlk başlarda 18 çark atılırken, daha sonra her gün sayı arttırılır. Bu sırada: bakıldığında “1” sayısı gibi gözükmek için eller çapraz şekilde omuzlarda kavuşturulur. Böyle durulmasının amacı: “Allah’a şehadet ediyorum” demektir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaşça kollar açılır, belli bir süre sonra tennure giyilir.
Mevlevi olmadan semazen olunmaz. Çünkü sema, Mevleviliğin bir bölümüdür. Sema “aç karnına” yapılır. Önemli olan dönerken “Allah’ı” düşünmektir.
Sema:
Sema kelime anlamı “dönmek” değildir, yani Mevlevilikte “dönmek” tabiri yoktur. Sema kelimesi “evren, gök” anlamına gelir. Mevlevilikte sema “evrenin sesini işitmek”, Allah’ın yaptıklarının sesini duymak ve bu sese cevap vermek demektir.
Sema: tek başına veya toplu olarak yapılabilir. Toplu halde yapılan semaya “Sema töreni” denir.
Sema’nın düzenli olması çeşitli kurallar konulmuştur ve böylece törenin Farsça “Mukabele” ye dönüşmesi sağlanmıştır. Sema törenleri: Mevleviler tarafından yapıldığı için törene “Mevlevi Mukabelesi” denir. Mevlana zamanında, belli bir düzen olmadan,  din ve tasavvuf coşkusuyla yapılan sema Mevlana’nın ölümünden sonra oğulları tarafından bir disiplin içine alınmıştır, öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema törenleri, son şeklini ise, Pir Adil Çelebi zamanında, 1460’lı yıllarda almıştır.
Sema hareketleri:

4/6
Sema hareketleri, sembolik olarak kainatın oluşumu, alemde insanın dirilişi ve Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişi ve kulluğunu idrak edip insanın bilgi ve olgunlaşmaya doğru yönelişini ifade eder.

Sema törenleri hakkında bilinmesi gerekenler:
Postniş:
Semahane içinde, kapının tam karşısında bulunur. Kuzu veya ceylan derisinden yapılır. Diğer dervişlerin postlarıyla karışmaması için kırmızı renklidir.
Postnişin:
Mevlevi tarikatı şeyhini yani “makamı” temsil eden kişidir. Bu makamdaki kişi, tarikat içinde zamanla kıdem alır ve çeşitli görevlerden sonra buraya gelir. Bu kişinin kullandığı başlığa “postnişin sikke” denir. Kahverengi keçeden yapılan ve yaklaşık 40 cm yüksekliğinde, silindir şeklindeki bu başlığın tepesi ovaldir. Üzerinde 3 şerit, yeşil kuşak bulunur.
Semazenbaşı:
Semanın düzenli yapılması için görevlendirilen kıdemli derviştir.
Dervişler:
Tarikat üyelerine “derviş” denir. Dervişler “sikke” denen başlık takarlar. Kahverengi keçeden yapılan, yüksek silindir külah şeklindeki bu başlığın tepesi düzdür. Bu başlığa tasavvufta “mezar taşı” denir.
Dervişler “tennure” denen giysi giyerler. Tennure: gömlek, yelek, kuşak, pantolon ve etekten oluşur. Beyaz renkli bu giysi, pamuklu kumaştan yapılan bir tür tören kıyafetidir. Bu kıyafete tasavvufta “kefen” denir.
Mevlevilerde şeyhler ve halifeler “destar” denen sarık sararlar. Eğer şeyh peygamberimiz Hz Muhammed soyundan ise destarı yeşil yoksa beyaz renklidir. Halife ve çelebiler, bakılınca siyah görünecek mor renkli destar sararlar. Çelebiler destarı alttan sikke yani başlık görünmeyecek şekilde, çelebi olmayanlar ise destarı alttan sikke yani başlık görünecek şekilde sararlar.
Dervişler, tabanı yumuşak bir tür patik yani “mes” giyerler. Bunlar siyah renklidir ve kuzu derisinden yapılır.
Tennure denen giysi üzerine giyilen, siyah veya kahverengi hırka, ayak bileğine kadar uzanır. Tasavvufta hırka anlamı “mezarı örten toprak” demektir.

5/6
Hırka ve Post öpülmesi geleneği:
Dervişlerin oturdukları post “bu dünyayı yani hayatı” simgeler. Sırtlarına aldıkları hırka ise “öbür dünyayı yani ölümü” simgeler. Hayata ve ölüme duyulan saygı nedeniyle: dervişler yaşadığı için postu, öleceği için hırkayı öperler.
Sema törenleri öncesi:
Baş semazen (semaya katılacak ekibin sorumlusu): Semahaneye girer, meydana selam verir, meydanın sağ tarafına gider ve Post’u yere serer. Post başında: bağışlama duası okunur.
Sonra meydanın sol tarafından devam ederek, meydana çıkar. Saz heyeti ve ayine katılacaklar, Semahanede yerlerini alırlar.
Semazenbaşı eşliğinde, tüm semazenler, sema meydanını selamlayarak Post’un sağ tarafındaki yerlerine geçerler.
Ardından “Postniş” sema meydanına girer, sema meydanını selamlar ve Hatt-ı İstiva (Semahane kapısından, postun olduğu yere giden manevi çizgi) üzerinden Post’a yürür, selam vererek Post’a oturur.
1.Bölüm:
Hz Muhammed ve diğer Peygamberler ve her şeyi yaratan Allah’ı metih eden “Nat-ı Şerif” yani “övgü şiiri” okunur. (Nat-ı Şerif: Mevlana tarafından yazılmış, kainatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz Muhammed’i öven bir şiirdir.)
2.Bölüm:
Kudüm denen küçük davulu çalan “Kudümzenbaşı” birkaç darbe vurur ve bu vuruş “Allah’ın alemleri yaratışındaki kün/ol emrini yani yaratılışı temsil eder.
3.Bölüm:
Neyzenbaşının görevlendirdiği bir neyzen, her şeye “Hay” ismiyle hayat veren nefesi temsil eden “ney” taksimine başlar. Buna “Post Taksimi” denir.
Taksim bitince Postniş ve semazenler, sağ ellerini sertçe yere vurarak ayağa kalkarlar. Semazenler, ayakta hırkalarını düzeltirler ve sağa doğru, birbirlerine yanaşırlar.
4.Bölüm:
Postniş, postun üç adım önüne çıkar, eğilerek selam verir. Bu üç adım, şeriat, tarikat ve hakikat yani bilgiyi simgeler. Tüm ekip, topluca selamlamaya katılır. Ardından “Devr-i Veled” başlar. Postnişin önünde, semazenler birbirlerine üç kere selam verirler, dairevi bir yürüyüş yaparlar ve yerlerini alırlar.
5.Bölüm:
Postnişin ve semazenler, topluca selam verirler ve hepsi hırkalarını çıkarır. Tekrar topluca selam verilir, Semazenbaşı, Postnişin yanına gelir, eğilerek selam verir, Postnişin karşısına geçilir ve topluca selamlama yapılır. Semazenbaşı, semazenlere “destur” verir ve semazenler Postnişin elini öper, sema izni alır ve sema başlar.

6/6
Semazenlerin duruş ve hareketlerinin anlamı:
Semazenler, semaya kalkmadan önce, Postnişten onay beklerken: kollar kapalı, sol ayak sağ ayağın üzerinde dururlar. Bu duruşun anlamı: “Elif” harfi ve “1” rakamıdır. Tasavvuftaki anlamı “Allah’ın birliği” dir.
Semazenler, sema yaparken kollarını iki yana açarlar. Sağ el yukarı ve sol el aşağıya dönüktür. Bu hareket: “Hak’tan alıp halka dağıtmak” anlamındadır. Tasavvuf anlamı ise: “sağ elle Hak’tan alınan bilginin, sol elle halka dağıtılması” demektir. Çünkü dervişler dünyevi hayatla ilgilenmezler ve Hak’tan alabilecekleri maddi yani dünyevi olmaz, Hak’tan sadece bilgi alırlar.
Semazenlerde: genel olarak başın dik olması, kolların tam olarak iki yana açık olması ve ellerin dengeli şekilde yukarı-aşağı dönük olması uygundur. Zihin ve akıl Sema’nın içsel yükseliş aşaması olan “ölmeden ölmek” fikrine kanalize olur.
Sema törenlerinin yapılışı:
Sema törenleri dört bölümdür.
1.Bölüm:
Bu bölüm “Selamlama” dır. Bu bölüm: insanın kendi kulluğunu anlama bölümüdür. Saz heyeti ilahiyi tamamlar, sema kesilir, semazenler oldukları yerde durur, geriye çekilir ve en yakınındaki semazene yanaşarak en az iki kişi olarak toplanırlar. Bunun anlamı, hayatta hiçbir şey “tek başına” değildir. Semazenler yavaşça postların bulunduğu yere gelirler. Bu sırada, Semahanenin Hatt-ı İstiva (bu çizginin sağ tarafı bu dünyayı ve canlıları temsil eden dünyevi bölüm, sol tarafı ise öbür dünyayı, ruhları temsil eden ahiret bölümüdür) çizgisini geçerken eğilerek selam verirler.
2.Bölüm:
Bu bölümün anlamı: Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında hayranlık duymaktır.
3.Bölüm:
Selamlama olarak isimlendirilen bu bölüm: insanın rabbine olan hayranlığının aşka dönüşmesi ve aklın aşkta yok olmasıdır.
4.Bölüm:
İnsan manevi yolculuğunu tamamlar, yaratılışına uygun olarak makamların en yücesi olan “kulluk” makamına geri döner. Bu bölüm başlayınca, hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan Postnişde semaya katılır. Postundan, sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek posta gider. Buna “Post seması” denir. Postnişin posttaki yerini almasının ardından, sema biter ve semazenler yerlerini alırlar, toplu selamlama yapılır.
Ardından: makamına uygun olarak Kur’an okuma yapılır. Daha sonra, Postniş, bütün Peygamberlere, alimlere, şehitlere ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua eder. Postniş “Hu” sözüyle bir “gülbank” (bu tören için özel yapılan bir tür dua) okur, sonra “El Fatiha” denir ve son selamlama yapılarak sema töreni biter.
 

Dünyanın Dönüş Hızı ve Eksen Eğikliği

 
1/12
Dünyanın Dönüş Hızı ve Eksen Eğikliği

2/12
DÜNYANIN DÖNÜŞÜ

3/12

Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafında Dönmesi (Günlük Hareket)
Dünya kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, batıdan doğuya doğru 24 saatte tamamlar. Buna 1 gün denir.
Dünya, kendi ekseni etrafında atmosfer ile birlikte döndüğü için bu dönüş hissedilmez. Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki hızı en fazla Ekvator üzerindedir. Bu hız saatte 1670 km.dir.
 
Dünya’nın Kendi Ekseni Etrafındaki Dönüşünün Sonuçları
Gece ve gündüz birbirini takip eder.
Güneş ışınlarının günlük geliş açıları değişir.
Günlük sıcaklık farkları meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Fiziksel çözülme oluşur.
– Günlük basınç farkları oluşur.
– Meltem rüzgârları oluşur.
Merkez kaç kuvveti meydana gelir. Bunun sonucunda;
– Sürekli rüzgârların (Alize, Batı, Kutup) yönlerinde sapmalar meydana gelir.
– Okyanus akıntıları (Gulf - stream, Labrador, vs.) halkalar oluşturur ve yönlerinde sapmalar olur.
Yerel saat farkları meydana gelir.
Cisimlerin gün içindeki gölge uzunlukları değişir.
Güneş doğuda erken doğar, batar ve batıda geç doğar, batar.
Dinamik basınç kuşakları meydana gelir.

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o

4/12
göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)

Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler. Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz.

Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde korkunç bir süratle hareket ederler.

Örneğin, dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır.

Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)

Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha da ilginçtir. Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak derecededir. Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: -Saatte tam 720.000 km., 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran "Samanyolu Galaksisi"nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km. dir

Bu baş döndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak, ayette dendiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' yoktur. Çünkü evren de, her şey gibi, "başıboş “değildir ve Allah'ın koyduğu dengeye göre işlemektedir.
 
 

DÜNYANIN EKSEN EĞİKLİĞİ VE SONUÇLARI

Dünya ekseninin 23°27′ eğik oluşunun sonuçları şunlardır:
Güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı yıl boyunca değişir.

5/12
Güneşin doğuş ve batış saatleri ile yerleri değişir.
Aydınlanma çemberinin sınırı mevsimlere göre değişir.
Mevsimlerin oluşumuna neden olur.
21 Aralıkta Güney Yarım Kürenin, 21 Haziranda ise, Kuzey Yarım Kürenin Güneşe daha dönük olmasına neden olur.
Gece ile gündüz süreleri arasındaki farkın, Ekvatordan kutuplara gidildikçe artmasına neden olur.
Yıl içinde cisimlerin gölge uzunlukları değişir.
Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur.

EKSEN EĞİKLİĞİ OLMASAYDI:

(Ekvator düzlemi ile ekliptik üst üste çakışsaydı veya yer ekseni ekliptiği dik olarak kesseydi)
Dönenceler ve kutup daireleri oluşmazdı.
Güneş ışınları sadece Ekvatora dik gelirdi.
Mevsim değişmesi olmazdı. Sürekli aynı mevsim hüküm sürerdi.
Aydınlanma dairesi sürekli kutup noktalarına teğet geçerdi.
Gece gündüz süreleri birbirine eşit olurdu.
Güneşin doğuş-batış konumu ve saati değişmezdi.
Kısacası; sürekli ekinoks durumu yaşanırdı.

EKSEN EĞİKLİĞİ  20°OLSAYDI:

Güneş ışınlarının dik geldiği alan daralırdı.
Güneş ışınlarının düşme açısında değişim azalacağından,Ekvatoral bölgenin sıcaklık ortalaması artardı.

6/12
Kutup kuşağı ve tropikal kuşağın alanları daralırken , ılıman kuşak genişlerdi.
Yurdumuzda yazlar daha serin, kışlar daha ılık olurdu.
Kutup noktalarının sıcaklığı azalırdı.
Dönencelerin ve kutup dairelerinin sınırlarını belirleyerek, matematik iklim kuşaklarının oluşumuna neden olur.

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli bir yörünge izliyor olmasıdır. Bu yörüngelere, yakın zamana kadar bilinmediği halde, Kuran'da da dikkat çekilmiştir:

"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler." (Enbiya Suresi, 33)
Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın dişlileri gibi düzenli çalışmaktadır.

Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir. Güneş sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.

Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Örneğin dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik bir sapma bakın nelere yol açabilirdi:
"Dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2.8 mm ayrılır. Dünyanın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz, çünkü; yörüngeden 3mm'lik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 mm olsaydı yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak ölürdük." (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)
Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi etraflarında dönmeleridir. "Dönüşlü olan göğe andolsun." (Tarık, 11) ise tam da bu gerçeğe işaret eder.
 

7/12
 

GÜNEŞ

Dünyadan 150 milyon km. uzakta olmasına rağmen, güneş bizim için gerekli olan enerjiyi kesintisiz olarak ulaştırır.
Bu dev enerjili gök cisminde hidrojen atomları devamlı olarak helyuma çevrilmektedir. Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyon ton helyuma çevrilmektedir. Bu esnada dışarı salınan enerji 500 milyon hidrojen bombasının patlamasına denktir.

Dünyada hayat güneşten gelen enerjiyle sağlanır. Yeryüzündeki dengenin devamı ve canlılık için gereken enerjinin % 99 'u güneşten sağlanır. Söz konusu enerjinin yarısı gözle görünür ve ışık olarak alınır. Geriye kalan enerjinin büyük bir kısmı gözle görülmeyen, ama sıcaklık biçiminde ortaya çıkan kızılötesi ışınlardır.
Güneşin bir özelliği de çan gibi genleşip salınmasıdır. Bu olay her beş dakikada bir tekrarlanmakta güneşin yüzeyi bu sırada saatte 1080 km hızla, 3 km. kadar bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir.
Güneş, Samanyolu'nu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Dünyadan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. ( 1 ışık yılı= 9.460.800.000.000 km.)

 
GÜNEŞİN YOLCULUĞU

"Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra (karar yerine) doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir." (Yasin Suresi, 38)

Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketi nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru saatte 720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin günde 720.000x24=17.280.000 km. yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın da...)

YEDİ KAT YER - YEDİ KAT GÖK

"Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı..." (Talak Suresi, 12)

8/12
Dünya atmosferinin yapısı, Kuran'ın işaret ettiği gibi, başlıca yedi bölümden meydana gelir. Atmosferde katları birbirinde ayıran yüzeyler bulunmaktadır. Encyclopedia Americana'nın (9/188) verdiği bilgiye göre, sıcaklığa bağlı olarak yerden itibaren şu katlar sıralanır.

1.Kat - Troposfer: Kalınlığı kutuplarda 8 km. ekvatorda 17 km'ye kadar ulaşır. Bu kat bulutların büyük bir bölümünü kapsar. Sıcaklık yükseltiye bağlı olarak kilometrede 6.5°C azalır.Bu katmanın tropopoz diye adlandırılan ve hızlı hava akımlarının olduğu kısımda sıcaklık -57°C’de sabit kalır.

2.Kat - Stratosfer: 50 km yüksekliğe ulaşır. Burada mor ötesi ışınlar soğurulduğu için ısı açığa çıkar ve sıcaklık 0°C’ye kadar yükselir. Bu soğurma sırasında ısının yanında dünya için hayati önem taşıyan ozon tabakası da ortaya çıkar.
3.Kat - Mezosfer: Yüksekliği 85. km'ye kadar çıkar. Burada sıcaklık -100 C’ye iner.
4.Kat - Termosfer: Sıcaklık giderek yavaşlayan bir tempoda artar.
5.Kat -İyonosfer:Bu bölgedeki gazlar iyon halinde bulunur. Radyo dalgalarının iyonosfer tarafından tekrar dünyaya gönderilmesi sayesinde yeryüzündeki iletişim sağlanır.
6.Kat - Ekzosfer:500 ila 1000. km'nin ötesinde, özellikleri tamamen güneşin etkinliklerine göre değişen tabakadır.
7.Kat - Manyetosfer: Burası dünyanın manyetik alanın kapladığı büyük bir boşluğu andıran alandır. Enerji yüklü atom altı parçacıklar Van Allen Kuşakları olarak adlandırılan bölgelerde tutulur.
Aynı kaynakta sayıldığı üzere yer kabuğunun katmanları da 7 bölümden oluşur:
1.Kat Litosfer(su), 2.Kat Litosfer(kara),3.Kat Astenosfer,4.Kat Üst manto,5.Kat Alt manto,6.Kat Dış çekirdek,7.Kat İç çekirdek
 

DÜNYANIN HAREKETİ

"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)."
(Neml Suresi, 88)
Kuran, dünya merkezli bir evren modelinin benimsendiği bir çağda, dünyanın aslında bulutlar gibi hareket eden bir cisim olduğunu belirtmektedir. Ayette

9/12
dünya kelimesi yerine dağ kelimesinin yer alması da ilgi çekicidir. Çünkü dağlar dünyadaki sabitliğin simgesidir. Sabit gibi gözüken dağların hareket etmesi demek dünyanın hareket halinde olması demektir.

DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. (Zümer  Suresi, 5)
Kur’an’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen arapça kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin arapça karşılığı yuvarlak birşeyin üzerine bir cisim sarmaktır. (Örneğin Arapça sözlüklerde başa sarık sarma gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır). Dolayısıyla gecenin gündüzü tekvir etmesi ancak yeryüzünün yuvarlak olmasıyla mümkündür.
 
 

DAĞLARIN DEPREMLERİ ENGELLEMESİ
"O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi..."
(Lokman Suresi, 10)
"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?"
(Nebe Suresi, 6-7)
Jeolojinin dağlar hakkında söyledikleri yukarıda verdiğimiz ayetlerle tam bir paralellik içindedir. Dağların özelliklerinden biri yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükselmesi ve bu tabakaları birbirine bağlamasıdır. Bu özellikleriyle dağlar tahtaları birarada tutan çivilere benzetilmektedir. Bunun yanında dağların yerkabuğunda yaptığı basınç, dünyanın merkezindeki mağma hareketlerinin etkisinin yeryüzüne ulaşarak yerkabuğunu parçalamasına engel olurlar.
 

YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

10/12
"Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilimadamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür.
 

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırı geçmezler." (Rahman Suresi, 19-20)
Yukarıdaki ayette, bilinen iki su kütlesinin birbirleriyle karşılaşıp birleştiği fakat bir engel sebebiyle karışmadıkları vurgulanmaktadır. Bu nasıl olabilir? Normalde beklenen iki denizin birbirleriyle karşılaştığında sularının karışarak hem tuzluluk oranlarının hem de ısılarının eşitlenmeye doğru gitmesidir. Oysa olay böyle olmamaktadır. Örneğin Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu birbirleriyle görsel olarak birleşseler de suları birbirine karışmamaktadır. Bunun sebebi aralarındaki bir engeldir. Bu engel ise "yüzey gerilimi kanunu" olarak bilinen olaydır.

ZAMANIN FARKLILAŞMASI
Einstein'ın "rölativite kuramı"na göre zaman sabit bir ölçü değildir. Hıza bağlı olarak uzayıp kısalır. Kuran, "bir günü elli bin yıl" olan ve yine "bir günü bin yıl" olan farklı farklı zaman birimlerinden bahsederek, zamanın rölatif (göreceli) bir kavram olduğunu, Einstein'dan yüzyıllar önce açıklamaktadır.

"Melekler ve ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)
 

11/12

KARADELİKLER
Yakıtı tükenen yıldızın içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacimde korkunç bir çekim alanın ortaya çıkmasıyla oluşan karadeliklere Kuran şöyle işaret etmektedir:

"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir." (Vakıa Suresi, 75-76)
Ayette yıldızların yerlerinin büyük bir gücü temsil ettiği özellikle vurgulanmıştır. Karadeliklerin yıldızların yerlerinde belirmeleri ve sahip bulundukları büyük çekim gücü düşünülürse ayetin anlamı anlaşılacaktır.

AYIN YÖRÜNGESİ
"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )
Ay yörüngesinde seyrederken dünyanın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda dünyayla birlikte güneşin etrafında da döndüğünden uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ayın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, kurumuş hurma ağacı dalına oldukça benzemektedir.
Ay dünyanın etrafında saatte 3659 km gibi büyük bir hızla hareket eder. Ay, ancak bu yüksek hızı nedeniyle dünyanın kuvvetli çekim gücünden korunabilmektedir. Ay, hızının daha yavaş olması halinde dünyaya çarpabilecek, daha hızlı olması durumunda ise uzaya savrulacaktı.
Ayın büyüklüğü ve dönüş hızı dünyayı etkilemekte ve gel-git dediğimiz olaya sebep olmaktadır. Ayın çekim kuvvetinin biraz daha fazla olması halinde dünyanın büyük bölümü bir anda sular altında kalabilirdi.

DÜNYANIN KORUNMUŞ TAVANI
Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde savuşturulmuş olur.

12/12
Kuran, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği şöyle ifade ediyor:
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiya Suresi, 32)
Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası "Van Allen" adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın, atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur.
Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, "Güneş rüzgarları"dır. Güneş, dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5 milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da gönderir.
 
Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları'ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın çevresinden akar.
Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise mümkün değildir.

Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar, radyo dalgaları ve görünür ışığın dünyamıza ulaşmasına imkan verecek bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.
Dünyayı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi için, gökyüzünün "korunmuş Tavan’ına bir de ozon tabakası eklenmiştir.